24 Aralık 2007 Pazartesi

kaç(a)mak


Kaçıp gitmek, geride birkaç günlüğüne bırakılan bir okul, yüzlerce öğrenci, ödemesi ertelenmiş faturalar ve dağınık bir ev bırakmak.İşte kaçarken geride bırakabileceklerimiz bundan ibarettir.Geride kalanların hiç biri bizim bir süreliğine de olsa üzerimizden atmak istediklerimiz değildir oysa.
Otobüs koltuğuna yerleşiriz keyifle, yolculuklarımızın vazgeçilmezleri olan çikolata, bisküvi, okumayı planladığımız kitabımız yol arkadaşlarımızdır.
Yolculuğumuzun ilk anlarındaki kolonya ikramı seyahat başlangıcının habercisidir .
Terminal çıkışı alınan çıkış belgesi bizim tüm yüklerimizden uzaklaşabilmemizin resmi onayıdır. Tekerlekler hızla dönerken alınan her kilometre bizi biraz daha uzaklaştırır rutinlerimizden. Bir an her şeyden azat edildik sanırız. Beynimizdeki tüm düşünceler sanki resmi tatil hakkı tanımışlardır bize. Pencereden seyrettiğimiz hızla değişen kareler bizi düşüncelere daldırır.Değişen manzaraya ayak uydurmak istercesine hafızamız geçmişe bir yolculuğa çıkarır bizi.Anımsarız yaşadıklarımızı, hüzünlerimizi ,neşemizi.Bir bir anılar
çıkar hafızamızın sahnesine. Geride bıraktıklarımız aslında kaçmak istediklerimizi çoğalmıştır.Biz kendimizle kalmışızdır, ne yetişilecek ders, ne bakılacak telefon, ne de dolanılacak net sayfası vardır elimizde.Kaçış yoktur kendimizden.Yolculara bakıp hayalimize egzersiz yaptırmanın da bir anlamı yoktur.Çünkü bundan sonra artık her manzara bize bizi düşündürür.Baktığımız her şeyde kendimizi düşünürüz.Biz bize farklı duygular yaşatırız.Aynı bene kızarız, aynı beni sorgularız, aynı bendir ümitsizliğe düşüren bizi ve aynı bendir umuda yeleken açtıran bize.Biz bizim ve bırakmak istediklerimizin kuşatması altındayızdır.
Pencereden dışarı bakarız bizden uzaklaşabilmek için, gökyüzü ve denizdir sadece görünen.
Kocaman gemilerin su üstünde durabiliyor olmalarına hayret ederiz. Gecenin bir vakti yıldızlara deniz üstünden bakabilmenin heyecanını yaşarız.Hz.Yunus gelir aklımıza.Balık karnında iken yitirmemişti ya umudunu.Denizin ortasındayım ben de diyerek yürekten isteriz O’ndan.Kalbimiz biraz buruk, ruhumuz daha dingindir.Bir süre sonra göz kapaklarımız ağırlaşır , evlerinde yataklarına boylu boyunca uzanıp uyuyabilen insanların ne kadar şanslı olduğunu düşünerek teslim ederiz kendimizi defalarca bölünmeye mahkum olan uykunun kollarına

18 Aralık 2007 Salı

:)

Bayram günleri O'nun katında kampanyaların bol olduğu günlerdir.Bol bol bonus puan toplamak için verilen fırsat günleridir.Lütfen bonuslar toplayalım, bonus toplamak için yarışalım.Bir çocuğa bayram kıyafeti alalım, kapısına hüzün dolu gözlerle bakanların kapısını çalalım, birer tebessüm dağıtalım kırgın yüreklere, affedelim, af dileyelim.
Yüreklerimiz dile gelsin, İSTEYELİM, vereceğinden kuşku duymadan isteyelim.Kendimiz için istediğimizi tüm insanlar için isteyelim.Bayram neşesi serpilsin tüm yaşantımıza.Topladığımız bonuslarımız da karımız olsun geriye kalan bayramdan :).

17 Aralık 2007 Pazartesi

ROSSİ, MİMİ, BEN VE DÜŞLERİM


Düşler vardır kökleri kendinizi anımsamaya başladığınız o ilk anlara kadar uzanır.Düş kurma eylemini en ustaca yapabildiğimiz , düşlerimizi gerçeklik sınırıyla daraltmadığımız hayallerimizdir onlar.Yürekten gerçek kılabileceğimize inandığımız hatta hayal ile gerçeklik sınırını sık sık karıştırdığımız düşlerimizdir onlar.

Hayal kurmanın hakkını sonuna kadar verdğimiz hiç bir düşümüz düş kalmaya mahkum değildir.Onun gerçeğe açılan bir kapısı vardır mutlaka.Biz düşlemekten vazgeçtikten yıllar sonra bile olsa bir gün o kapı aralanıverir.Davetsiz bir misafir gibi en umulmadık anda düşümüzün gerçekliği sızar gerçekliğin kapısından.Usul usul girer içeri ve düşümüz düş olma özelliğini yitiriverir bir anda.O artık geçeğin ta kendisidir.Yıllar önce ektiğiniz isteme tohumlarının neşv_ü nema bulmuş halidir.

Çocukluğumun ayrılmaz bir parçası Rossi Kirilova ve onun şarkıları.Karakterimin büyük bir kısmı onun şarkı sözleriyle şekillendi.Hal ve harektelerime onunla karşılaşabilecğim hayalini kurduğum anlarda derhal çeki düzen verirdim.Yeterince iyi olmayı başaramazssam onun beni hiç sevmeyeceğinden korkar ve şarkılarında verdiği mesajları hayatıma geçirmeye çalışırdım.Tüm hediyelerim onunla ilgili olurdu, onun plakları, posterleri, gazete küpürleri :).

Çok sıkıldığım anlarda durmadan ona anlatırdım yaşadıklarımı ,bir gün ses bulacağına inanırdım sessiz cümlelerimin.Göç (1989) sonrası düşler, düş kurabilme yeteneğim kayboldu bir yerlere.Dinlemeden edemediğim şarkılar yıllarca suskun kaldı.Anneannem, arkadaşlarım hepsi bir anda çok uzaklarda kaldı.Alıştığımdan farklı sessiz cümleler dolandı durdu zihnimde ve ben büyük düşümün sonsuza kadar sadece düş olarak kalmaya mahkum edildiğine inandım.

Sadece düşten ibaret olacağına inandığım başka düşlerim de oldu benim.Yıllarca bulgar arkadaşlarıma ulaşma hayali kurdum, hiç değilse bulgar bir arkadaşım olsun istedim.Ne aradıklarıma ulaşabildim ne de bulgar bir arkadaşım oldu.Bu düşümü de düş olmaya mahkum olanlar rafına kaldırdım.Cömertliğinden şüphe ettim belki de...

Ondokuz yıl sonra rafa kaldırdığım düşlerim gerçekliğin kapısından giriverdi hayatıma.Hazırlıksız yakalandım, habersiz gelen eski bir dostun uğraması gibiydi gelişleri.Çook eskilerden esintilerle gelmişlerdi.Buram buram çocukluğumu getirmişlerdi gelişleriyle.O'nun cömertliğinin ispatıydılar, O'nun büyüklüğünün birer nişanesiydi onlar.Haykırıyorlardı ''Vermek istemese, istemek vermezdi.''...

Bir gece google arama motoruna çocukluğumdaki şarkıcının adını yazdım.Myspace sayfası cıktı karşıma, günlerce heyecanla dolandım sayfada.Nihayet hatırı sayılır bir zamandır bende duran sessiz cümleleri bir araya getirdim ve mail gönderdim.Yıllardır adresine ulaştırmadığım kelimeleri bir bir sıraladım, gecikmiş bir teşekkürle noktaladım yazdıklarımı.Ertesi gün maillerime bakmak için teneffüs arası bilgisayar başına geçtim, cevap almam 12 saatten az sürmüştü.Mutlu oldum, içimdeki sessiz cümlelere vefalı davranmış onları gerçek sahiplerine ulaştırmıştım, o da bunlara kayıtısz kalmamıştı.Şimdi yazışıyoruz arada :).Bir çocukluk düşü aynı ülke topraklarında yaşarken gerçek olamamıştı ama onca ayrılık ve hüzünden sonra ve artık farklı dillerin egemenliği sürereken bizde geçekliğin kapısından girivermişti işte.

Rossi'nin sayfasından Maria'ya ulaştım.Bulgaristan ve arkadaş özlemimi yazdım ona.Gecikmedi yanıtı, kapıları açık bir arkadaş buldum.Yüreği sıcacık, aynı şarkılar ve aynı masallarla büyümüş bulgar bir arkadaşım oldu.Yüreklerimizin dili aynı , ırkımız , dinimiz dilimiz ayrı olsa da...

Hayaller kuralım, hakkını sonuna kadar verelim hayal kurmanın.Gerçeklik sınırına takılmayalım hiç.Gün gelir tohumunu attığınız düşleriniz ansızın çalıverir kapınızı.Ben gibi şaşırır kalırısınız, hazırlıksız yakalanırsınız ve en önemlisi de O'nun cömertliği karşısında iki büklüm olursunuz,umut kestiğiniz için düşlerinizden :)

24 Kasım 2007 Cumartesi

İŞTE BUDUR YAŞAMAK :)


Öğretmen olmak, kendimi bildiğimden beri en çok hayalini kurduğum ve durmadan Sen'den gerçek kılmanı diledğim tek hayalimdi.Sebeplerin sükut etiği bir dönem oldu lise yıllarım.Ne öss hazırlık kitabı ne dersane mümkün olabildi benim için.Yürekleri engin hocalarım, hayalini o zaman kurduğum öğrencilerimin heyecanı, gayretim ve Sen'den isteyebilmekti sadece elimde olanlar.
Eğitim fakültesini kazandığımı öğrendiğim andaki heyecanım yüreğimde kıpırtıya sebeptir hala.Fakülteden mezun olduğum günün coşkusu hala yüreğimde tazecik, minik bir adım kaldığını biliyordum artık hayalini kurduğum öğrencilerime.
Gün geldi heyecan ve meraklı gözlerle bana bakan öğrencilerin arasında buldum kendimi.Mesuliyetimin farkındaydım, her yüreğe dokunabilmeliydim.İtiraf etmeliyim hakkını verememekten çok korktum bunun.Ama kendimce en güzel olanı yapmaya çabaladım.
Yıllar geçti çok yürekler geldi karşıma.Her biri ayrı bir dünya, her biri ayrı bir değer.Kalp kapılarımı sonuna kadar açık tutmaya çabaladım.Onların kalp kapılarını çaldım, sızmak istedim içeriye.Her kalbe güzel ahlak ve muhabbet tohumları ekmek istedim.Bana direnen öğrencilerim oldu, gün oldu yanlış meslek mi seçtim diye sorguladım kendimi.Pes etmenin kıyılarında dolaştım gecelerce.Okul çıkışı evin kapısını açar açmaz sesimi kısma gereği duymadan ağladığım günler oldu.
Gün oldu küçük bir kağıda yazılmış öğrenci notları sildi tüm sisleri, yanağıma kondurulan bir öpücük güneşi gökyüzüne geri getirdi.Umut tohumları ekti yüreğime kapıma bırakılan çiçekler en umutsuz anımda. Sen, yol almama izin verdin hep.
Binlerce duygu yaşattın bana, hüzünün doruklarında da coşku ve mutluluğun zirvelerinde de dolandım öğrencilerimle.
Coşkuların en büyüğünü yaşadım bu yıl.Öğrencilerimin kalplerine dokunmama izin verdiğin için(ki ben hiç bir şey yapamaışım dedim yıllarca) tüm zerrelerimle teşekkür ederim sana.Bu yıl verdiğin armağanla biliyorum ki kalbe atılan hiç bir dokunuş değildir boşa.Ve tüm varlığımla inanıyorum ''Sen tohum at, o vakti geldiğinde neşv-ü nema bulacaktır'' sözüne.
İlk yılki öğrencilerimin yüreklerine dokunamadığımı düşündüm hep, hiç ulaşan olmamıştı bana.Yıllar sonra aldığım mailler ışık oldu , pes etmemek için nedenim oldu.Şimdi biliyorum dokunulan her yürekten haberdar olmak zorunda değilmişim meğer ben.Benim işim sadece dokunmaktan ibaret olmalıymış:)


SELÇUK'tan
Hocam, sizi unutmak mümkün değil inan ki. Geriye dönüp baktığımda hatırladığım ender hocalardan birisiniz. Benim üzerimde çok büyük hakkiniz var. Çok şey öğrendim sizden. "Herkesin hayatını değiştiren bir öğretmeni mutlaka vardır" sözü doğru aslında.. :)Bizim sınıfla ilgili "keşke" dedikleriniz nelermiş merak etmedim değil doğrusu.. Siz bizim için çok fazla şey yaptınız zaten.. :)Bizimkilerin neler yaptığını kısaca söyliyeyim size isterseniz.. Selen şimdi öğretmen oldu. Siirt'te. Öğretmenlik çok zor meslekmiş Selen'e göre. Depresyona girmek üzereymiş :)Esra Sivas'ta ingiliz dili ve edebiyatı okuyor. Son senesi. O da okuldan bıkmış durumda.Ferit Çukurova üniversitesi ingilizce öğretmenliğini bitirdi. Bu sene atanamadı. İkinci atamalardan umutlu galiba.Halil Yüzüncü yıl Üniversitesi İngiliz dili ve edebiyatını bitirdi. Şu anda çalışmıyor galiba. Yoğun bir şekilde ingilizce çalışıyor. Çok değişik kaynaklar aldığını biliyorum. Hala değişmedi yani :)Melek evlendi. Elif de nişanlandı ve geçenlerde düğünü yapıldı.İrfan hala üniversite sınavlarına hazırlanıyor. Yazları da turistik yerlere gidip çalışıyor.Necat'tan hiç haberim yok :(

Merhaba hocam..Keşkelerinizi paylaştığınız için teşekkür ederim. Gerçekten merak ediyordum. Biz kaynaklı "keşke"ler değildir diye ümit ediyordum. ama galiba tamamen biz kaynaklı.. evet, lise 3'te sadece dilbilim dersine girdiniz. Belki biz umursamıyor görünüyorduk. Yani dersimize girip girmediğiniz konusunda ama aslında Sevcan hoca neden bizim derse girmedi ki? Bezdirdik galiba onu falan diye yorumlar yapıyorduk. Yani aslında sizin derslerimize girmenizi istiyorduk. istemeyenler yok muydu, evet vardı elbette. ama onlar da hani "aman kimse bizi sıkmasın da bitsin okul" diyen arkadaşlardı. Fakat biz dilbilim dersinde de yeterince şey öğrendik sizden açıkçası.. Üniversitede bile, derslerde kelimelerin türkçeye nasıl geçtikleri ile ilgili şeylerde - Ödünçleme vs. - hep sizin bilgiler gelirdi aklıma. :)90 net yapmamız gerektiği konusunda da bizi uyarmasaydınız açıkçası bizim aklımız yerine gelmezdi. Özellikle kendi adıma konuşuyorum, bena bir şey dank etmediği sürece bir şeylere başlamam. Siz en az 90 net falan diyince size hak vermiş ve ondan sonra çalışmaya daha çok ağırlık vermiştim. Zaten kaynak sıkıntımız vardı, ben de hep Selen'den veya Esra'dan kaynak alıp çalışıyordum. Kendime ait pek bir kaynağım yoktu. neredeyse hiç..Orijinal olarak getirdiğiniz romanlardan da bana Charles Dickens'ın "Great Expectations" adlı kitabını vermiştiniz. Hiç unutmuyorum... Okumuştum, başta zorlanmıştım ama sonradan farkında bile olmadan bitirmişim, sevmiştim de... Kelimelere takılmadan da kitabın anlaşılabileceğini anlamıştım. :)Ancak ödevler konusunda haklı olabilirsiniz. Çoğu zaman yapmıyorduk ama bu hani size olan bir tepki değildi hocam, olması da mümkün değil zaten. Öğrenciler ödev yapmaktan zaten kaçınırlar. Zor gelir ödev yapmak. Yani biz sizden ödev konusunda tepki gördüğümüzde biz de üzülüyorduk. Sizin bizden daha çok üzüldüğünüzü de biliyorduk, bizim kazanmamızı bizden daha çok istediğinizi de biliyorduk. İnanın bunların hepsini hissediyorduk. Ve sizi hayal kırıklığına uğratmak koyuyordu bize. Her ne kadar belli etmesek de aslında "Sevcan hoca haklı aslında abi, hiç onun huyuna gitmiyoruz" falan diyorduk. Ama bunun altında yatan neden bence ne sizinle ne de bizimle alakalı. Şöyle ki, eğitim sistemimiz nedeniyle hep öğretmen odaklı işledik biz dersleri. Ama siz farklıydınız. Öğrencilerle interaktif bir şeyler yapmaya çalışıyordunuz. Odağa bizi almaya çalışıyordunuz. Bize yabancı bir şeydi bu. Alışık değildik ve bizden beklenilen tepkiyi gösteremedik. Yani aslında eğitim sistemine olan bir tepkiydi yaptıklarımız, size değildi. 9 sene boyunca hep öğretmen odaklı eğitim alınca bir anda odağa alınmaya çalışılmamız bizi sudan çıkmış balığa döndürdü belki de.. Belki daha önceden sizin gibi birkaç hocamız daha olsaydı böyle tuhaf tepkiler vermezdik.. :/Ramazan ayında okulda iftar olayını unutmamışsınız.. :(Ben de unutmadım. Kimse unutmamıştır herhalde. Ben hala arkaplanda neler yaşandığını bilmiyorum ama birileri Sevcan hoca gelmeyecekmiş dedi. "Nasıl yani gelmeyecek" dediğimizi hatırlıyorum. Çok şaşırmıştık. birkaç arkadaş sizi ikna etmeye çalıştı galiba ama yanılmıyorsam aramızdan birileriyle aranızda birşeyler yaşandığı için gelmek istememiştiniz. Ama çorbanızı göndermiştiniz. Biz de ne yapacağımızı bilemediğimizden geri dönmüştük. Domates çorbasıyla üstelik.. :/buruk bir iftar olmuştu. ama hala neden gelmediğinizi bilmiyorum ben. Hiç konuşulmadı galiba.. :(Ama domates çorbanızı çok beğenmiştik hocam. Herkes bayılmıştı. Tekrar tekrar elinize sağlık hocam. ilk defa o zaman domates çorbası içmiştim ve çok beğenmiştim. :) Kendinizi ifade edebildiniz siz hocam.. Biz anlayamadık. Fark edemedik. Şimdi aklımızda (en azından benim) en çok yer tutan öğretmen olmanız aslında kendinizi ne kadar iyi ifade edbildiğinizi gösteriyor hocam. Tek sorun, bizim bunun farkına çok geç varmış olmamız.. :/Mezun olduktan sonra size ulaşmaya çalıştık. Kızlarla telefon numranızı alışveriş ettiğimizi hatırlıyorum. Telefon numaranızın değiştiğini ve size ulaşamadığımızı hatırlıyorum. Yeni numarası var mıdır birilerinde diye birilerinin birilerine sorular yönelttiğini hatırlıyorum. Hepsi olmasa da bazı öğretmenler gününde attığım mesajların iletilmediğini hatırlıyorum.. :/Bizim içimizde çok büyük bir yer edindiz hocam siz. Kendinize haksızlık etmeyin.. Ve her zaman iyi ki sizin gibi bir öğretmenim oldu diyorum.. :)Mesela ben formasyon da aldım. Bize öğretilenler hep öğrenci odaklı yaklaşımlar mesela. Ve her seferinde siz aklıma geldiniz. Formasyondan sınav yapılırken, yazmam gereken aktivitelerde kaç defa geriye dönüp sizin bize yaptırdığınız aktiviteleri hatırladığımı ve sınav kağıdına aynısını yazdığımı hatırlıyorum.. (ve her dersimden geçtim. hiç sekmedi. hiç alttan dersim olmadı)Bizim üstümüzde çok büyük bir etki yarattınız hocam. İçimizde çok iyi bir yer edindiniz. Bize çok şey öğrettiniz hocam siz. Kendinize haksızlık etmeyin.. Ve bizi mazur görün. Biz size layık öğrenciler olamadık.. Umarım bundan sonraki öğrencileriniz size layık olmayı başarırılar...
Ve öğretmen olan bir öğrencimden aldığım maili de paylaşmak istiyorum biliyorum uzun oldu bu post ama bugün bizim günümüz hoş görün lütfen :)

SELEN'den

Merhaba,
bugün okulda konferans salonunda öğrencilerimizin bizim için düzenlediği sürpriz öğretmenler günü partisindeydim.Bir taraftan yemek yiyordum bir taraftan sundukları oyunu izliyodum.(Öğrencilerin bu jesti beni sevindirdi aslında).Tam bu esnada elinde bir kargo poşeti ile bana seslenen bir adam çıkageldi.İlk başta okulun adresine birşey gelmez bi yanlışlık mı var die düşündüm.Sonra Avcılar'dan geldi bu deyince görevli aklıma siz geldiniz tabi ki.Hocam o kadar heyecanlandım ki ...Hemen paketi açtım bir gül çıktı.Ardından bir paket.Ama bu değildi aradığım Benim bildiğim Sevcan hocam muhakkak bişiyler yazar bana bir küçük kart ya da bir mektup.En sonda çıkarabildim mektubu(heyecandan elim ayağım birbirine dolandığı için:) ) Hocam yine güzel bir sürpriz yaptınız.Yine çok duygulandırdınız biraz da utandırdınız.O an ki mutluluğumu duygularımı ifade edemem hocam.Açtım hemen mektubu okumaya başladım.Öğretmen arkadaşlarım kimden diye sorduklarında öğretmenimden deyince şaşırdılar,hatta mektubu okudular biraz.Böyle öğretmenler de var demek diyenler oldu.Bize kimse böle bir şey yapmadı dediler.Daha fazla tutamadım kendimi ağladım.Hocam bugüne kadar bir sürü öğretmen tanıdım ama birbirlerinden çok da farklı değillerdi evet iyileri de vardı kendilerinden bişey öğrendiklerimde vardı ama geçip gittiler.Beni bu kadar etkileyen hayatımda iz bırakan hatta hayatıma yön veren siz oldunuz hocam.İnanın bunu abartmıyorum ve laf olsun die söylemiyorum.Mektupta hazırlık sınıfının 1. sınıfa benzediğini söylüyosunuz ya gerçekten çok haklısınız hocam.Hazırlık sınıfı benim ingilizceyle tanıştığım zamandı ve lise başlangıcıydı.O güne kadar dersler hep aynı yöntemlerle işlenirdi ama hazırlık sınıfı benim için bambaşkaydı.Yeni ve farklı olan herşeyi sizinle gördüm ben .Gülüceksiniz belki ama bize bazen müzik dinletirdiniz ya hocam ya da şarkı sölerdiniz ya bana okadar farklı gelirdi ki.Film izlemeye inerdik kelime yakalamaya çalışırdık.İnatla anlamaya çalışırdım.Dil laboratuvarında ing .konuşmak için toplanırdık.Aslında yaptıklarımdan zevk alıyordum.Hocam sizin yaklaşımınız da çok farklıydı.Klasik bir öğretmen öğrenci ilişkisi değildi bizimkisi.Siz bizimle arkadaş olmaya çalışıyordunuz.Hatırlıyorum bir kış günü ben, Ayşe, Selma, Yazgül yağmura yakalnmıştık okula gelirken koşturmuştuk ama derse gecikmiştik. Kızmadınız gelip bizim ellerimizi tutup ısıtmaya çalıştınız(hocam her defasında beni şaşırtmayı başarıyosunuz).İşte benim ingilizceyi sevmemin ve ingilizce öğretmeni olmaık istememin sebebi buydu. Bu kararı da sayenizde verdim.İçtenlikle söylüyorum hayatımda iz bırakan ender insanlardan birisiniz .Şuan gözümün önüne getiriyorum sizi, gerçekten hazırlık sınıfını almak sıfırdan herşeye başlamak hiç kolay birşey değil hele de yeni başlayan bir öğretmen için.Ama siz bunu başardınız.hevesliydiniz ilgiliydiniz ve hiç vazgeçmediniz hocam bu yönünüzü de örnek alıyorum aslında.Umarım öğrenciniz olarak sizin gibi bir öğretmen olmayı başarabilirim.Sevgilerimle....

Hazırlık sınıfında ingilizce meslekleri öğrettiğimde bir öğrencimle aramızda şu diyalog geçmişti;
(Sınıfta türkçe konuşmak yasak ama ben türkçesini yazıyorum konuşmalrın size)
Sevcan;Fatih gelecekte ne olmak istiyorsun?
Fatih;Pilot
Sevcan:Neden?
Fatih; Gelip bom bom.
Sevcan; Nasıl yani?
(Fatih yasakları deler ve cevap verir)
Fatih;Hocam, gelip okulun üstünden size bomba atacağım.
Bir tebessümle karşılık vermiştim ona o zaman, biliyordum yüreğinin derinlikleri güzeldi.Yıllar geçti bomba atan olmadı üstüme ama bomba tesirinde kelimeler ulaştı ondan bana.Kalbimde yüzlerce sevgi ve umut dolu zerre oluşturdu onlar.

FATİH'ten
Sıradan öğretmenler bence sadece okul öğrencileri tarafından hatırlanır.Sizin gibi bir anne, abla ve yeri geldiğinde arkadaş olan öğrencilerini şevkatle kucaklayan, karşılıksız seven bir insan eminim ki ömür boyu sevilecek, sohbetlerde anımsanan tek öğretmen olacak.Eğer ki bunun kelime karşılığı olsaydı AŞK olurdu sizi tarif eden tek şey.Öğretmenler gününüz kutlu olsun hocam.
Saygılarımla.

CANLARIM BENİM,
Vazgeçilmezlerimdensiniz siz benim.Hayatım varlığınızla daha anlamlı, daha onurlu, daha coşkulu.O sizi yüzü aydın, gönlü sevgi dolu olanlardan eylesin.İyi ki varsınız .
SİZİ SEVİYORUM.

3 Kasım 2007 Cumartesi

HAFİFLET YÜREĞİMİ(Zİ)

Bir aşkta zafer kazanan taraf var mıdır?Yürek acının ağırlığı altında ezilerek var olmaya çalıştıysa bunca zaman, kazanan olmak neye yarar?

Savaşların içinde güzel olanlar vardır, insanların hayata daha barışık devam etmesini sağlayan.Topla tüfekle yapılan savaşlardan değildir ama onlar.Kalptekilerin terk edip gitmek istemeleri karşısında tarafların tüm yürekliliklerini ortaya koyarak, yaşananları dile getirip her iki yüreği de azad etmeye çalışması için yapılan savaşları kast ediyorum ben.

Kıyasıya yapılması gerek bir mücadeledir bu hakkı verildiğinde her iki taraf galip ayrılır meydandan.Ve hayat iki yüreğe de daha yaşanılır olur, geriye dönüp bakmalarda dudaklarda eskiye dair bir tebessüm kalır. Bir tebessüm , büyük bir ödüldür o her iki galibe de.

Acıya mahkum edilenlerden olmak, yenik taraf olmaya mahkum edilmek hem de hiç savaş meydanına çıkmadan yaşanabilecek en hüzün dolu yıllara gebe bırakır insanı.Söyleyemedikleriniz durmadan hortlar içinizde, hangi sözcüğü nereye uzaklaştıracağınızı şaşırır kalırsınız.Uyku sizden uzaktır, hayal ve tebessüm en ulaşılmazlarınızdır artık.Zaferini ilan edenin yıkıcı sözleri, içinizde hiç bir şeyle söndürülemeyecek bir yangını başlatır.Divaneye dönersiniz, harp meydanına çıksanız nafile muhatabınız yoktur ortada.O yıkıp, yakıp hiç fark ettirmeden gidivermiştir kalleşçe.Ulaşacak ne gücünüz vardır artık ona, ne de aralık bir kapınız vardır onda.Yangınınızdır her an hüküm sürdüren sizde.Gözyaşları hükümsüzdür ya gönül yangınını söndürmede, akıtmak onları fayda getirmez yüreğinize.
Yüzüne tebbessüm kondurabilenler size göre en büyük mucizeyei gerçekleştirebilenlerdir çünkü siz o an tüm tebesssümlerden çok uzaktasınzıdır...
Zaman geçer O'na sığınırsınız bir kez daha tokat gibi çarpar yüzünüze en vefalı olanı fark etmek.Yüzünüzü O'na dönersiniz, sadece O'ndan istersiniz, iliklerinize kadar yangın söndürücünün ancak O olduğunu duyumsarsınız.Mahçupsunuzdur, vefasızlığınız boyun büktür size ama gene de bilirsiniz ki gidecek başka kapınız yoktur.O'dur tek dayanağınız.Ve elbette O'nun size cömertçe sunduğu dostlarınız yaralarınızı sarmada en büyük yardımcılarınızdır(İyi olup güzel işler yapmayı başardığım her andaki sevaplarım ne olur dostlarımın hanesine de yazılsın!).
...
Harp meydanından kaçana gelince hiç ummadığınız anda çıkarılır karşınıza.Zaferden iz yoktur artık onda.Yüzünüzün aydınlığı şaşırtır onu,
''Nasıl bu kadar iyi olabildin sen?''...
Dillendirirsiniz yaşadıkalrınızı, yangınınızı anlatırsınız, maruz kaldıklarınızı ;ama fark edersiniz ki karşınızdaki tüm duygularını bir tek duyguya değişmiştir.Tüm sözcükler ona çarpıp geri dönmeye mahkumdur artık.Ve o hayatın anlamını anlamaktan uzaktır .Hayret duygusunu yitirmiştir ve hayal uzaktır artık ona...
Karlar Kraliçesi masalını anlatırsınız duygularını geri vermek istersiniz ona ama o masalı anlamaktan bile uzaktır .Bir damla göz yaşı canlandırmıştı masalda yitirilen tüm duyguları ama o masalı imgesel anlatım olarak algılayabilecek kabiliyete mahkumdur sadece...
Uzaklaşır gidersiniz gördüklerinizin sizde oluşturduğu dehşetle. O günlerden kalma bir sızı kaplar benliğinizi.Anlarsınız ki acıtmak sizin için zafer değildir, karşı taraftan farklıdır çünkü yüreğiniz...
Aydınlat yüreğimi(zi), baş edebilme gücü ver yaşadıkalrım(ız)la ve geçmişin tek bir izi kalmasın üzerim(iz)de.

25 Ekim 2007 Perşembe

şölen

Kelimelerin benden gizlendiği zamanlar vardır.İşte onlardan birini yaşıyorum şu anda.Bir bilseler ne kadar ihtiyacım olduğunu onlara.Nazan Bekiroğlu'nun kalp ve kelimelerle ilgili yazısı geliyor aklıma.Kalp sonsuz duyuşla yüklüdür ama kendini ifade için sınırlı olan kelimelre muhtaçtır...
Kalbimde bir hareket var, pek çok duygu aynı anda barınmakta şu anda onda.Hatta sanki duyumsadığım tüm duygular aynı anda uğramış ona.Her biri an an hissettiriyor kendini.Hızlı geçişler yaşıyorum, en zıt duyguları bir ana sığdırıyorum.Hüzünden neşeye, yeisten umuda geçiyorum.Ve kendime hayret ediyorum .
Duyguların şöleni var bugün benim kalbimde.Her biri kendi gösterisini ustaca sergilemekte.Kalbim duygularımın emrine amade, her birinin ziyaretini hakkıyla karşılamakta.Her duygu hafızamda ayrı bir kare geçişine sebep.
Her kare ayrı bir sevinç ya da hüzne gebe.Anneannemi özlediğimi duyumsuyorum gene.İyi ki vardı hayatımda diyorum, gözlerimi kapatıp tüm kalbimle rahmet diliyorum ona.
Çocukluk anılarım neşelendiriyor beni, yaptığım yaramazlıklar geliyor aklıma.O dönemlerdeki çocuktan geriye hala çok şey kaldığını fark ediyorum bende.
Rossi'yi hatırlıyorum, bana kazandırdıklarını (yazarım size bir ara).Rossi'den aldığım maile bakıyorum ve mutlu oluyorum...
Hüznü kendimden hiç uzak tutamadığım günler geliyor gözümün önüne hüznün ziyareti sırasında.Umud yetişiyorum imdadıma, şu andaki benin hafifliği geçmişin hüznünü alıp götürüyor.
Coşkunun belirmesiyle öğrencilerim beliriyor gözümde ve ne mi oluyor?Kocaman bir tebessüm oluşuyor dudaklarımda.Kalbim daha hızlı atıyor, heyecanlanıyorum, beynim bir sürü plan programa odaklanıyor hemen.
Vefa hissi dostlarımı hatırlatıyor.Vefa gösterenleri de göstermeyenleri de anımsıyorum.Ve O'nun bana bu konuda ne kadar cömert olduğunu fark ediyorum bir kez daha.Seviyorum onları, onlarla birlikte olduğum anları ve onların gönül zenginliklerini.
Bir duygu var ki varlığını hissettirmekte kararlı ben ise kelimelerin bu geceki vefasızlığından dolayı duyumsamamakta karalıyım onu.
Gönül koyma bana hiç.Anlatacak sözcükler bulamıyorum seni.Kime ne desem , nasıl doğru anlatsam.Seni mutlu etmek için ne yapsam.Senin bende olman ya da olmaman hangi hüküm iledir bir bilsem.
Sözüm olsun sana seni en derinimde duyumsadığımda sadece senin şölenine açılacak kalp kapılarım.Ve sözcükler nereye giderse gitsin o an yürek gücüyle dillendireceğim seni.
Gecenin hiç bir anını kaçırmak istem aslında.Her duygu da sergilesin kendi zenginliğini.Ve ben sabaha daha dingin ve kendini bilmeye bir adım daha yaklaşmış olarak başlıyayım.

Tüm bu duygu geçişleri arasında fark ediyorum ki kalbimin incinen yerleri sarılmış.Kalan ne mi olmuş?Hafif bir sızı...


21 Ekim 2007 Pazar

Dinsin bu acı...


Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde huzurun egemen olduğu bir ülke varmış.Bu ülkede değişik etnik yapılara sahip insanlar kardeşçe yaşarmış.Ülke sakinlerinin en büyük zenginliği gönül zenginlikleri ile insani vasıflarıymış.
İnsanlar yardım ve iyilk konusunda rekabet ederlermiş, bilirlermiş ki bu yarışta kazançlı olmak onları her iki cihanda da mutlu edermiş.O'nu hoşnut edebildikleri ölçüde hoşnut olurlarmış birbirlerinden de.
Ülkelerinin maruz kaldığı her sıkınıtda el ele verip , tek yürek olurlarmış.Kardeşlik bağının gücü onların her engeli aşmasını sağlarmış.Gel zaman git zaman başka ülkeler kıskanmış bu birlikteliği, fitne sokmuşlar halkın arasına.
Kalp muhabbet için yaratıldığından daha ilk fitne tohumunda binlerce boşluk oluşmuş içinde.Her boşluktan sızmış fitne tohumları, kalpleri kaplamış.
Alet olmuş kalpler O'nun hoşnutluğundan uzak olanların oyunlarına.Huzurun egemen olduğu topraklarda kardeş kanı dökülmüş.Gencecik delikanlıların ateşi düşümüş nice ocaklara.Düşen her ateş öfkeleri çoğaltmış, acıları tazelemiş ve her acı da O'nun hoşnutluğundan uzak olanların zaferi olmuş.
Sihirli bir değeneğim olsa, onunla tek bir dilek tutma hakkım olsa ne göçü silerdim hayatımdan ne de içimdeki kanayan yarayı iyileştirmek dilerdim.Tek bir dilek tutardım ben;
Dinsin bu acı...Aydınlansın tüm yürekler.Her sabah aynı güneşin uyandırdığı ve her sabah aynı bayrak altında gözlerini açan insanlar kardeşçe yaşasın.
Kardeş kardeşin yüreğine ateş düşürmesin, öfkeyle bakmasın hiç bir yüz diğerine.
Anneler huzur içinde dalabilsin uykuya...
Güneş ışınların utanmadan göndersin topraklarımıza.

''Şehitleri ölüler sanmayın;O'nlar Rab'ları katında diridirler ve rızıklanırlar...''
Al-i İmran(169)

17 Ekim 2007 Çarşamba

Bir demet de siz almaz mısınız?



Çok şey yazmak geliyor içimden hem de öyle çok şey ki bir türlü sıraya koyamıyorum yazmak istediklerimi.

İki gün önce yağan yağmur sonrasında oluşan ve ders sırasında fark ettiğim gökkuşağını görünce ne yaptığımı anlatmak istiyorum mesela.Öğrencilerimin ders ortasında;

''herkes camın önüne gelsin ''

deyişimle yaşadığı şaşkınlığı, gökkuşağına yöneltilen hayran bakışları O'na yöneltmeye çalışımı da anlatmak isityorum.

Öğrencilerimi ne kadar sevdiğimi, ders sırasında bazılarına sımsıkı sarılmamak için kendimi ne kadar zor tuttuğumu da anlatmalıyım ben size.Hatta içimde hiç bağışlayamadığım ama bağışlamayı gerçekten çok istediğim birinin olduğundan da belki söz etmeliyim .Her gün yeni kararlar aldığımı ama gün bitmeden kararlarıma yenildiğimi de itiraf etmeliyim belki.

Çatıdan salonuma su damladığını yağmur zamanında ama buna çok da aldırmadığımı bilmek de hakkınız olabilir.Kendimle baş başa kaldığım zamanların beni mutlu ettiğini ve o anlarda sakinleştiğimi de belirtmeliyim bence.

Bugün Pass'ın söz ettiği boşluğa imrendiğimi de bilmelisiniz.Dünyaya dair herşeyin uçup gitmesi ve ondan geriye kalan doluluğa aslında ne kadar ihtiyacım olduğunu da bilgilerinize sunmalıyım ben.

İki dostumla ilgili içimde kopan fırtınaları ve ilk defa adım atmakta bu kadar geciktiğimi de bilmeniz gerek.

Eskiye oranla daha güçlü olduğumu ve ...(bu bana kalsın ama ya )

Takip ettiğim bloglardaki arkadaşların yazılarının yüreğime dokunduğunu ve farkında olmadan gönlümde yer ettiklerini de bilin.

Ve yukarıya neden gökkuşağı resmi değil de çiçek resmi koyduğumu da açıklamalıyım ben.

İstedim ki sayfayı tıklayan herkese bir demet çiçek gelsin benden.Visitor Map'ten farklı şehirlerden uğrayanların olduğunu görüyorum ben, bazıları sıkça tıklamakta uzunca kalmakta ama bildirmemekte kendini.Tıklayan herkese hatta Tekirdağa'dan tıklayanlara da gelsin demetlerimizden.

Hepinize sevgiler...

15 Ekim 2007 Pazartesi

muamma



Kendimi hayal kırıklığına uğrattığım kadar kimseyi hayal kırıklığına uğratmıyorumdur herhalde.En gerçek kılamadığım sözleri kendime, en uygulayamadığım kararları da kendime ben aldırıyorum gene.Her hatamı fark ettiğimde saatlerce kendimi ben hırpalayaıp, pişmanlıkla kendimi yiyip bitiren de benim.Rotamı melekler üstü menizllere ayarlayan benim, bir anda aşağıların da aşağısına kendimi indiren gene ben.İnişin kalpteki sızından sonra, göklere kanatlanan gene benim.
Kalbimi kırılmaya müsait hale getiren ben, başkalarının densizliklerinden incinen gene ben.Aynı noktadan kırılabilen gene ben...
Yapmam gereknleri bilen ben, kırgınlık nedenlerimi bilen ben, durmam gerken çizgiyi bilen ben ama bir türlü yapılması gerekeni yapmayan gene benim.
Kendimle savaşım en büyük mücadelem.Yenilen fakat bir türlü yenemeyen gene ben.
Yeni bir gün ya şimdi, yeni kararlar aldım ben yine :).Kim bilir yenerim belki birgün kendimi ben ...

13 Ekim 2007 Cumartesi

Bayram diye tüm bu özlem



Bu bayramda bayramın insan ailesinin yanında değilse anlamını yitirdiğini anladım.Keşke bir günlüğüne de olsa gitseydim dedim…
Bayramı ailemden uzaktayken ne anlamlandırabilir diye düşündüm;
Eskileri hatırlamak, vefa göstermek demekti biraz da bayram.Eskilere ulaşmaya karar verdim.
Telefon defterimi karıştırdım uzun bir aradan sonra.Alfabetik sırayla telefon defterimdeki tüm isimleri taradım.Bir kısmında uzun uzun takılı kaldım, yüzümde tatlı tebessümler oluştu.Bir kısmını anımsayamadım, bir kısmını anımsadım ama yüreğimde yer etmediklerini fark ettim.Bir kısmına ulaşmak için çabaladım…
Üniversitenin hazırlık sınıfındayken o zaman son sınıfta olan Nurgül ‘ü aradım(on iki yıl önceki numara kayıtlı defterimde)telefon çaldı, yüreğim yerinden çıkacak sandım.Bir anda on iki yıllık zaman kalktı ortadan, taptazeydi yüreğimdeki her şey.Özlemişim Nurgül’ü, hem de çok.Bir kaç aylık paylaşım yıllarca sürecek muhabbet tohumu ekmiş yüreğime.Telefondaki bekleme süresi uzadıkça içimdeki özlem de hüzne dönüştü, açan olmadı telefonu.Belli ki izini kaybetmiştim…
Yurda kayıt yaptırmaya gittiğimizde yurt bahçesinde tanıştığımız Antalyalı bir kız vardı.Yıllarca sürdü dostluğumuz, mesafeler ve zaman girdiyse de araya biz hep kaldığımız yerden devam ettik her görüşmemizde.Hatice İsrail’de aylardır Dila için mücadele ediyorlar.İki kez ilik nakli yapıldı ama ben dört aydır bağlantı kuramıyorum onunla.Bayram ya bugün annesine ulaşmak istedim.Hem bayramını kutlamak hem de haber almak için.Evde yoktu teyze ama Yasemin’ den aldım haberlerini.İkinci ilik nakli başarılıymış fakat nakil sırasında bulaşan bir virüsle mücadele ediyorlarmış şimdi de.Teyze ile konuşmayı çok isterdim sadece bir kez görmüştük birbirimizi ama yurtta Hatice’nin telefonlarına her baktığımda annemle konuşmuş kadar mutlu olurdum ben ve biliyorum ki o da Hatice ile konuşmuş kadar rahatlatırdı içini.Sevgilerimi ilettim ona ve kapattım telefonu.
M harfinde ilk öğretmenlik yılımdan bir öğrencime takıldı gözlerim, yıllar olmuştu görüşmeyeli.Şimdilerde doktorluk yapıyor olmalıydı.Heyecanla aradım ve film şeridi gibi ilk öğretmenlik yılım geldi gözlerimin önüne.Arkadaş , abla ve öğretmenliği birleştirmeye çalışıyordum.İlk dersteki öğrenci tepkileri geldi aklıma :
’’Hocam, abla desek olur mu size?Ne de olsa çok fark yok aramızda.’’, ders Çıkışı ne çok kızmıştım idareye.İlk yılımda ne diye lise üç sınıfı vermişlerdi ki bana.Birkaç ay sonra ben iyi bir öğretmen olmayı başarmıştım onların gözlerinde.Dolu dolu dersler ve paylaşımlarımız olmuştu.Mezuniyet törenlerinde onlarla beraber ağlamaktan gözlerim şişmişti.Uzun süre sınıflarındaki yeni öğrencilere alışamamıştım.Mizbah’a ulaşamamıştım, telefondaki ses ‘’Vodafona kayıtlı böyle bir numara bulunmamaktadır’’diyordu.
Bir arkadaşımı aradım sonra , izini kaybetmiştim üç yıldır ama ulaşamadım.Defterin sayfalarını karıştırdıkça yüreğimde yer eden ne çok insan olduğunu da fark ettim.Ve işte yine o duygu kaplamıştı yüreğimi, ÖZLEM.
Bayramdı, yürek özlemle doluydu.Eski bayramlara duyulan özlem değildi bu sadece.Anneye, babaya, kardeşe, yeğene, eski dostlara , çiçeklere ,ANNEANNE’ye duyulan bir özlemdi.
ÖZLEM ki yürekte hep bir sızıya nedendi...

8 Ekim 2007 Pazartesi

Bir gelsen...



Bilmelerden uzaktayken seni, aydınlığın güzelliğini haykırmaktı isteğim.Baktığım her yüzde aydınlık emaresi görmekti en büyük dileğim.
Sahip olabileceğim en kıymetli şeye sahip olmuştum, hayatım anlam kazanmıştı.Hiçbir şey boş değildi, anlamıştım.Henüz duygularım samimiyetsizlikle tanışmamıştı.Aydınlık sıradanlaşmamıştım benim için.Ülfet kelimesinin anlamını sözlükten araştırmıştım, bana ne uzak görünmüştü o dönemde bu sözcük.
Oturduğum semtin sokaklarını arşınlarken ışık yanan camlara bakıp var mı ben gibi birileri diye düşünürdüm hep.Dudaklarım aydın yüreklerin çoğalması dileğine odaklanırdı o zamanlar.
Bilmem gereken çok şey vardı, satırlar arsında yolculuk yapıyordum gün boyu.Beynimde hep aynı düşünceyle; aydınlatmak için ne yapmak gerek?
Bir gece sen geldin rüyama , aynı soruyu yönelttin bana.Şaşırmıştım, sen de kimdin?Zamane gençleri arasında eski kıyafetli birinin ne işi vardı?Hiç anlam yükleyememiştim gördüklerime.
Yıllar geçti aradan ve ben seni gördüğüm ilk resimde tanıdım…
Aradan öyle uzun yıllar geçti ki sen bana o soruyu yönelteli ve ben bana onu yöneltmeyeli.Soru sormaz oldum buna dair kendime.Aynı caddeleri arşınlıyorum her yaz ben gene.Tüm pencerelerde ışık var şimdi, aklıma hiç gelmiyor ama ışığı yanan evlerdeki yüreklerde yanıyor mu diye ışık.Ülfeti en iyi ben anlatıyorum şimdi.Sadece sözlükteki anlamdan ibaret değil ülfet bana.Takılıp kalıyorum aynı noktaya ve ondan sıra gelmiyor diğer meselelere.
Bir gece gene gel desem bilirim, gelmezsin.Bir soru daha sor bana desem, sormazsın.
Bilirim o zaman bildiğin gibi dertlendiklerimi şimdi de bilirsin.Dert benim derdim bilirsin.
Dertlendiklerinle dertlenmeyi diliyorum ama inan bana.Derdin derdim olunca bilirim gelirsin yine…

Aydınlat yüreğimi(zi)…

30 Eylül 2007 Pazar

İYİ Kİ VARSINIZ




İçimizdeki umudun, neşenin ve yaşam kaynağının çok derinlere saklandığı anlar vardır.Ne kadar uğraşırsak uğraşalım onları kuytu yerlerinden çıkarmak tek başımıza başarabileceğimiz bir iş olmaz bazen.Kolay pes ederiz onların gün yüzüne çıkmamadaki kararlılığını görünce, düşük omuzlarla başlarız güne ve gözlerimize bir hüzün perdesi eşlik eder hep.Bu durum hiç geçmeyecek sanırız ve acının kalbimize girmesine izin veririz...
Bizim uzun zaman uğraşıp da bir türlü gün yüzüne çıkmaya ikna edemediğimiz yaşama sevincimiz bir dostla karşılaştığımız anda ansızın tüm ihtişamıyla belirir içimizde.Hem de öyle pervasız belirir ki bizi gören bu güzel duygular hiç mola haklarını kullanmadı sanır.Bir anda aralanır hüzün perdesi, içimiz kıpır kıpırdır artık.Dünyayı daha yaşanılır kılmak gerektiğini anımsarız tekrar.Ve kollarımızı sıvarız;yeniden sımsıkı tutunmuşuzdur hayata.
Bir dost sıcaklığı kalbimizin üşüyen yerlerini ısıtıverir bir anda.Bir dost eli burukluğumuza ilaç olur, yalnızlığımızı giderir.Bir dost sarılmasıdır içimizdeki sevgi zerreciklerini çoğaltan.
Bugün sevdiklerimle bir aradaydım ben.Dost elini, dost sıcaklığını hissettim derinden.Üşümüş olan yanlarımın ısındığını fark ettim.Hüzün perdesi kalktı gözlerimin önünden.Ve biliyorum ki biz birbirimizden aldığımız güçle derinliklerimize saklananları gün yüzüne çıkarıp ayrıldık birbirimizden.
Sizi seviyorum :)

Not; Dostlarla olan buluşmamı gerçekleştirebilmeme yardımcı olan ve onca yolu OGS trafik demeden arşınlayan zat_ı muhtereme buradan teşekkürlerimi sunuyorum.Yolumuz süresince kat ettiğimiz her kilometredeki santimetreler kadar huzur, neşe ve mutluluk gelsin yüreğinize efendim :)

23 Eylül 2007 Pazar

Tüm bunlar rahmet vakti olduğundan sadece



Kendimi dünyaya ait hissedemiyorum özellikle son on gündür.Tamam kabul ediyorum sinemada herkesin güldüğü sahnede ağlayasım geliyor(zor ya da komik duruma düşen kahramanla inanılmaz empati
 kurarım ve onun adına üzülürüm) ve salondaki topluluğun dışında hissediyorum kendimi.Geçici bir ait olamama duygusudur ama sinemadaki.Dışarı çıktığımda kaybolur gider.Benim anlatmaya çalıştığım bundan daha farklı bir durum.
Vakit rahmet vakti olduğundan belki benim şu hiç söz dinlemeyen kalbim başka duyuşla yüklü bu ara...
Gene çok ilgilendiriyor beni etrafımda gördüklerimin ne halde olduğu.Üzügün bir yüz içimde sızıya neden oluyor hiç tanımadığım halde tebessüm kondurmak istiyorum o yüze hüzün yerine.Birini kırmaktan ölesiye korkuyorum (kimseyi kırmıyorum demek değil tabi bu ), kırılmayı tercih ediyorum.Cüretkar cümleler kurmaktan çekiniyorum, cümlenin sebep olabileceklerini hesab etmeye çalışıyorum.Biliyorum yanlış zanlara dayanarak sarf edilen cümlelerin verilmek zorundadır hesabı.
Derse giriyorum, dakikaların hakkını verememenin endişesini taşıyorum.Kırk dakika beni izleyen otuz çift gözün ''Hocam, anlattıklarınızdan daha önemli olan şeyleri neden anlatmadınız?'' demesinden korkuyorum bir gün.
Kırıldığım halde susmayı deniyorum çünkü biliyorum karşı taraf hatasını kabul etmeyecek.Tolere etmeyi hiç bilmeyeni hep tolere ediyorum.(Öğrencilerin menfaati söz konusu  olduğunda direniyorum sadece).
Gene vakit rahmet vakti olduğundan belki hüzün daha kolay uğruyor bana.Sokağa karanlık çöktüğü an gördüklerim kalbimi hüzün denizlerine salıveriyor.Vaktin ne vakti olduğundan habersiz nefes alanları gördüğümde binlerce parçaya bölünüyorum.Keşke diyorum...
Ve benim bu hallerime hayretle bakıp anlam veremeynlere şaşkınlıkla bakıyorum.
Ölçüyü bilseniz diyorum içimden daha hassas olmam konusunda uyarırdınız belki beni.
Aklıma geliyor;
''Komşusu açken tok yatan bizden değildir''.

YAĞMUR,
Bak işte vakit rahmet vaktidir.Yağ demiştim sana katılaşan kalplerimize, sızıver içeri, yumuşat yüreklerimizi.Hüzünlü bir yürek gördüğümüzde bir hüzün de bizim yüreğimize dokunsun.Ağlayan bir göz gördüğümüzde bir gözyaşı da bizim gözümüzde belirsin.
Gel ve kuşatma altına al kalplerimizi.Al ki ne biz onlara ne de onlar bize hayretle baksın...

20 Eylül 2007 Perşembe

Bana iyilik yapma gücü ver



Kalp hissedebilmeyi dilediğinde mahzun gönülleri o gönüller için bir fener kesilir.Kalp sahibi farkında değildir dıştaki yansımasının ne olduğundan ama onun ışığına ihtiyaç duyanın gönlü hissetmiş ve akıtmıştır gönlünü ona doğru.
İlk günden farkında olmadan gözlerim hep bir kız öğrencime odaklandı, hissettiklerimin dışında görünürde bir sebep yoktu bunun için.Tek tek inceledim sınıfımdaki yüzleri ama hiçbir yüzde öyle takılı kalmadı gözlerim.Utanmasam ilk günden yanıma gelmesini isteyip bir teneffüsü beraber geçirelim diyecektim.Konuşmalarımızdan hislerimin nedenini bulmaya çalışacaktım.Tuttum kendimi, daha çok erkendi hem çocuk neden açılsındı ki bana ilk günden.
Bugün yılın ilk rehberlik dersine girecektim.Ders dışında onları tanımaya yönelik bir etkinlik yapabilirdim.Gözlerimin dalıp gittiği kızımla da sohbet edebilirdim.Bunu heyecanıyla son ingilizce dersinden çıktım, rehberlik heyecanı sarmıştı beni.
Öğretmenler odasına girmek üzereyken gözlerimin takılıp kaldığı kız öğrenci geldi yanıma.
''Rehberlik dersine girmesem, bana izin verir misiniz ?'' dedi.
İçimden ben kaç gündür bu dersi bekliyorum senin için demek istedim, diyemedim.
Sadece büyük bir hayal kırkılığıyla neden diye sorabildim.Cevap alamayınca bir köşe bulup oturduk, tüm yüreğim açmıştı artık ona kapılarını.Anlat dedim, önce gözyaşları geldi dile...
Kısa bir süre onları dinledim, gözyaşı neleri anlatır bilirdim ben...Sözcüklere geldi sıra, her kelime gözyaşına paralel yoğunluktaydı...(Rehberlikte gizlilik esas olduğundan sözcükler yer alamamkta bu postta).
Vakit rahmet ayıydı ve rahmet sağnak sağnak yağmaya devam etmekteydi.Rahmeti anlatmak istedim ona, yalnız olmadığını ve yaşamakta olduğunu kaldırabilecek gücün ona verildiğini söyledim.Geçecek herşey iyi olacak dedim.Gün gelecek o dönemde yaşadıklarım daha farklı kılmış benim yüreğimi diyeceksin dedim.Zorluklar olgunlaştırı insanı , yeter ki pes etme dedim.
Konuşmamız bittiğinde yüzünde küçük de olsa bir tebessüm oluşmuştu.
Öğretmenler odasına girdim konuşma boyunca gözlerimde kurduğum setleri fırlatıp attım ve bıraktım gözlerimdeki yaşları...
Ay rahmet ayıydı, kalp mahzun gönüllere ulaşmayı dilemişti.Hiç farkında değildi kalp dıştaki yansımasından.Ne kalp sahibi ne de mahzun gönül sahibi birbirinin farkındaydı.İki gönlü de hükmü altında tutan buluşturmuştu iki yüreği aynı noktada.
Vakit rahmet vaktidir...

17 Eylül 2007 Pazartesi

Ne olur yağmur yağsın...



Uzun bir aradan sonra yeni döneme yoğun bir tempoyla başladım.Ders programımı görünce şaşırdım biraz, çok tatil yaptığımı anlamış olacaklar tek bir boşluk yok programımda.
Hiç girrmediğim kadar çok sınıfın dersine giriyorum, kafam karışıyor nerde ne anlattım :).Sağ elden yardım almalı (tam 10 farklı sınıfın uc farklı dersıne gıryorum ben bu yıl) nerde ne konuşulmuştu yazmalı.Sınıfımı sevdim, galiba onlar da beni.Güzel iş bizimkisi, gönlünü tepe tepe kullandığın...
Okul çıkışı arkadaşıma gitim yıl içinde yapacaklarımızı programlamak için, sanırım ev kuşu hayali gene suya düştü.Yapılacak çok şeyimiz var hala...
Otobüse bindim eve dönüşte.Tekerlekerin hızına eşlik etti gözlerim, camdan hızla akıp giden manzarayı seyrettim.Görmeseydim keşke gördüklerimi o zaman yağmurun yağmasını bu kadar çok istemezdim.Gördüm ve keşke dedim;
Şimdi gelsen iliklerimize kadar ıslatsan bizi ve arındırsan hatalarımızdan.Sonra kalplerimize nüfuz etsen taşlaşmış kalplerimize çarpıp gitmesen.Dirensen ve bir yol bulsan, sızssan yavaşça içeri.Bir yumuşaklık gelse kalperimize, bu günlerde yağan rahmet yağmurunu fark etse alıcılarımız.
Ve gökyüzüne açılsa avuçlarımız, gönülden istesek, kendimiz için istediğimizi ötekiler için de istesek.Öyle çok istesek ki yağmur, ille de yağmur yağmalı dedirtecek manzaralara sebep olan kalmasa hiç...

16 Eylül 2007 Pazar

Bir demet menekşe niyetine



Mor menekşeyi çok özlediğim anlar olur.Evlerimizde cam önlerine koyduğumuz saksıdaki menekşe değil özlediğim.Kırlarda, çalı diplerinde yetişen minicik mis kokulu narin çiçekten söz ediyorum ben.
Menekşe çocukluğum demek , anneannem demek benim için.Her menekşe özlemim de anneanneme ve çocukluğuma duyduğum özlemdir aslında.Arama motoruna menekşe yazıp menekşe resimlerine bakmak bile hafifletiyor beni.Ekrana bakıp dalıyorum, eskilere gidiyorum, anneannemin sıcaklığını duyumsuyorum.Kır çiçekleri arasında geçen çocukluğum canlanıyor gözlerimde.Minnetle doluyor içim, yüreğim anneannem ve kır çiçekleriyle örüldüğü için…
Üşüyen yanlarıma bir demet menekşe ile dokunsam biliyorum ısınacak bedenim, aydınlanacak yüreğim.Umut tohumları serpilecek gönlüme, dinginleşecek ruhum.
Yüreğim her üşüdüğünde bir demet çiçek alışım kendime bundandır benim; menekşe özlemimi hafifletmek ve aydınlatmak yüreğimi.
Bir demet menekşe niyetine bir buket çiçek almalı kendime en kısa zamanda.
Güneşte üşüdüm, vakit çiçek vaktidir …

15 Eylül 2007 Cumartesi

EV KUŞU BEN



Parmaklarım evimde bir ev sakini gibi oturmaya başladığım günleri saymaya yetmiyor.Uzun zamandan sonra eskisi gibi evimde oturuyorum, kitap okuyorum,yemek yapıyorum hatta yorulunca kestiriyorum bile.Son iki yıldır sabah çıkıp gece eve gelebiliyordum sadece.Ev otelden farksız olmuştu benim için, hep bir koşuşturmaca içinde geçti gitti günler.Dilerim elimde kalan bonuslarım olmuştur o günlerden geriye.
Yorgunum hem de çok yorgun.Neyin yorgunuyum diye sormayın bana.Cevabı bulmak en az şu anki kadar yorar beni emin olun.
İki gün sonra okul açılacak ve belki benim tempom gene başlayacak önceki kadar yoğun olmasa da.Yoğunluğun tek faydası var bana, yorgunluğumu duyumsayacak vakit bırakmaması bana.Aslında ben bu ara öncesinde duyumsamadığım bütün yorgunlukları toptan hissediyorum.Birikmiş mola hakkımı kullanıyorum.Ve anlıyorum ki irademiz dışındaki yoğunluklarımız ihtiyacımıza göre tayin edilirmiş.
Kendimle kalmak uzun bir aradan sonra korkutmuştu beni.Geçen sene bu zamanlar kendimle kaldığım anda yangınım alev alır gözyaşlarım hükmünü yitirirdi onu söndürmede.
Şimdi acı daha katlanılır çünkü kendimi bağışlamayı öğreniyorum ben.Kendi sorumluluklarımı göğüslüyorum sadece, daha az haksızlık ediyorum kendime.Onarıyorum zedelenen yanlarımı.Umutlanıyorum geleceğe dair, O’na el açıp istiyorum ama biliyorum takdir O’nun.
Bir gün içimde hiç sızı kalmadığında hiç bağışlayamadığımı da bağışlayabilmeyi umuyorum.Neden mi?
SADECE HAFİFLEYEBİLMEK İÇİN…

12 Eylül 2007 Çarşamba

BİR TANEME

Balım benim, neşe kaynağım,akıl küpüm, yüz güldürenim, yaramazlıktan iflahımı kesenim,uğur böceğim, küçük İzauram.
Teyzecim hiçbir anını kaçırmak istemeyen ben şimdi yüzüne hasret.Ne vardı o kadar uzaklara gidecek.Malatya'nın bir türküsünü bilirdim ben bir de kayısısını, ondan belki sevimli gelirdi bu şehir bana.Şimdi Malatya sadece hasreti anlatıyor bana, hasret ki yürekte sızıya sebeptir hep.
Bazen öyle çok özlüyorum ki seni kuş olup uçasım geliyor, bir kerecik sarılsam, öpüp koklasam yüreğim hafifler sanıyorum.
Annenden alıyorum haberlerini, her gün soruyorum günlük keşiflerini , marifetlerini.Lügatine yeni kelimeler eklenmiş bu ara .Bahçede oynayan abilerin topları peşine koşuyormuşsun.Dışarı çıktığında yürümek fiili ortadan kalkıyormuş senin için, yerini koşmak alıyormuş.
Ekonomik dengelerim alt üst oldu varlığından haberdar olduğum günden beri.Bu ayrılık bir ekonomik dengelerime yarayacak diye düşünmüştüm ama yanıldım.Mağza vitrinlerinde hala gözlerim hep alıyorum cici bulduklarımı; geldiğinde hepsini birden veririm sana.
Sen yakınımda olsan biliyorum ben daha az incinecek yüreğim.Hüzünlerim az sevinçlerim çok olacak...
ÖZLEM;
Ne çok çeşidin varmış meğer senin. Her biri ayrı bir yürek acısı.Ve sen ne cömertmişsin meğer bana uğrama konusunda.Sitem sanma sakın bu satrıları.Uğradığın kaç yürek hakkını verebildi ki senin?Ben gelişlerinin hakkını sonuna kadar verenlerdenim, hoşnutsun sen bendeki misafirliğinden.Ama unutma ziyaretin kısa olanı makbuldür.
Vuslatın güzelliği özlemin derinliği ile doğru orantılıdır.Teyzecim, gün sayıyorum kucaklamak için seni ve o günü düşünmek bile yüzümde tebessüme neden oluyor.Çabuk geçsin günler, takvimler hızlı aksın gitsin.Ve gelsin bizim vuslat günümüz...
SENİ SEVİYORUM.


Ramazan,özlem duyduğumuz aylardan.İçinde binlerce sır dolu anı barındıran ay.Arınmışlığın hafifliğini yaşayabilmek duasıyla...

7 Eylül 2007 Cuma

bir dilek



Bir dosta itafen yazılmıştır.
Kelimelerin derinlere saklandığı ve gün yüzüne çıkmamak için direndiği zamanlar olur.Böyle anlarda sessiz cümleler kurarız.Karşımızdaki kişi cümlemizin tek bir harfine bile tanıklık edemez ama.Oysa biz durmadan içimizde onunla konuşuruz.Biriktirdiğimiz her şeyi bir şarkının nakaratı gibi tekrarlarız, tekrarlamakla kalmaz arada güzel anılarda tebessüm eder, kırgınlılarda gözyaşı dökeriz.
Konuşmalarımızı kendimizle yapmaya başladığımız dönemlerde bize en yakın olan birden en uzağımız oluverir.Aynı odanın havasını soluyor olsak da o öyle uzaktır ki bize aradaki uçurum hiç kapanmaz sanırız.En sevdiğimizdir aslında o, bizden ayrı hiç düşünemediğimiz öbür yarımızdır.Çetin savaşları birlikte aştığımız, ilklerin çoğunu birlikte tecrübe ettiğimiz yol arkadaşımızdır.Dipsiz kuyulara daldığımızda el tutanımızıdır.Kalplerimizin en hızlı attığı dönemde, zihnimizin her karesini işgal edenimizdir.Ayrı geçirilen dakikaları yıllar hükmüne büründürenimizidir o.
Kelimelerle savaşımızın olduğu dönemlerde (mutlu tablolar görmekten hoşlanmayan her daim bizi yanlışa yönlendirmeye çalışandan olsa gerek) kırgınlık kareleri dolanır durur hafızamızda.Bir anda unuturuz güzel olanları, yaşanan olumsuzluklar canlanır içimizde.Acımıza acı katar bu ve aradaki mesafe büyümeye devam eder.El uzatsak dokunabileceğimiz yarımız yabancılaşmıştır bize ve el uzatılamayacak kadar uzaktadır artık.
Şimdi tüm gücünü toplasa birileri ve İLK adımı atsa.Kırgınlıkları bir tarafa bırakıp güzellikleri düşünse.Kelimelere hayat verse yeniden.Üşüyen kalbiyle birlikte üşümüş bir kalbe dokunsa, dokunsa ve ısıtsa iki kalbi de.Minik bir kalp ısınan iki kalbin huzurunu yerleştirse minik yüreğine.Onun içindeki sessiz cümleler de dinse.Var olduğumuz andan beri hatalarımıza sevinen , bu tablo karşısında hüsrana uğrasa.
Ve Kainatı muhabbetten yaratan hoşnut olsa gördüklerinden, saf saf melekler gönderse
Yeryüzüne ve korunsa tüm kalpler sessiz cümlelerden.

5 Eylül 2007 Çarşamba

İtirazım var takvimlere



Bir gün daha takvimlerden geçti gitti.Saat 24:00 olduğu an tüm tarih göstergeleri değişiyor.Takvimler yeni günde olduğumuzu söylese de ben bugünün gecesini yaşıyorum hala.Yeni gün sabahın ilk ışıklarıyla başlar benim için.Ben bu yazıyı da bugünün gecesi yazıyorum ama biliyorum otomatik olarak bilgisayar tarihi 05 Eylül atacak ve siz yanılacaksınız , ''Bugün yazmış bu kız, bak dün yoktu bu post'' diyeceksiniz oysa benim gönderim benim için yarın dünün gönderisi olacak.
Günlük yazdığım dönemlerde de hep çelişirdim ben takvimlerle.Gün bitsin yatmadan önce yazarım herşeyi diye düşünürdüm ve yazacaklarım bitip tarih atmaya kalınca iş kızardım 24:00 kuralını koyanlara.Yok yani ben 04 Eylül derim bugünkü günlüğüme de ama kendimi yalancı gibi hissediyorum böyle anlarda.
Takvimlerden günleri sıyırıp atmak kolaydır, ya bir çizik atarız üstüne geçen günün ya da o güne ait sayfayı koparıp atarız.Takvimimizde yaşanan günden iz yoktur artık. 24:00 sonrası en doğal hakkımızdır takvimdeki dünü çizip atmak ve dönüp bakmamak geriye.
Takvim kolaylığında olsa keşke benim için de dünü, dünleri silip atmak hayatımdan.Yaşananların üstünden geçen zaman takvimlerimde çizilmeyen gün bırakmadı ama kalp sızını hiçbir kopan sayfa götürmedi beraberinde.Günler ömürlerini tamamlayıp gittiler ama varlıklarında yaşadıklarımızın yükünü bize bıraktılar hep.
Sevdiğimizi yitirdiğimiz gün geride kaldı ama o günün acısı tazecik içimizde (anneanne seni gene çok özledim ben), kalbimizi binlerce parçaya ayıran ağır sözlerin söylendiği gün geçti gitti ama kalp sızısı hala  her yeni takvim yaprağında eşlik ediyor bize(hafifletmedin ya yüreğimi, onda olanları ben O'na şimdi yalnızca  hal dilim diye sunuyorum).Bir mezuniyet günü geçti gitti takvimlerden ama o günde gözümüzden film şeridi gibi geçen tüm üniversite hayatının anıları kaldı yüreğimizde (binlerce duyguyu beraber yaşadığımız dostlarımı ve Pelin'i özledim ben).Pembedenizdeki son yazıdan sonra da çok günler geldi geçti ama veda günün burukluğu hala bende...
Daha çok günler geçti gitti ama yaşananlar hep içimizde kaldı...

NOT;Doktorun azarından sonra ilaçlarımı aldım, iki saat önce de kullanmaya başladım.Takvime bakıyorum yeni bir güne başlamışız bu durumda dün aldığım ilaç hala bir işe yaramamış.Benim gecem sizin yeni gününüz :).Yeni gün hepimize yüreğimizde ağırlık yapmayacak güzellikler getirsin, sevgilerle.
NOT;İçimden geldi sayfaya tıklayıp da satırlarımda gezinenler , sizi seviyorum.

2 Eylül 2007 Pazar

iyilik yap iyilik bul




Hayatımızı anlamlı kılan, ona tutunmamızı sağlayan hayallerimizdir.Kimi hayallerimiz içine sadece ben’i ve onu alacak kadar dardır , kimi hayallerimiz de dünyayı kucaklayacak kadar engindir.Kapsama alanı bu denli geniş olan hayallerimizi ayakta tutabilmek zordur.Böyle hayallerin içinde kendimizle birlikte bizim dışımızdaki yüzlerce insan için de hayal ederiz çünkü.
Bu hayallerimizde dünyayı kurtarırız , kötülüğü savar, iyiliği taç ederiz her beşerin başına.
İnsanların değeri himmetleri ile doğru orantılıymış, hedeflerimizin büyüklüğü yürek büyüklüğümüzle eşittir.Kendimizin dışında birleri için de hayal kurabildiğimiz ölçüde değerliyiz aslında.Benim mutluluğum kadar önemliyse ötekinin mutluluğu , benim değerim benimle sınırlı değildir artık(ötekinden de bir değer katılmıştır bana).
Günümüzde yüreklerimizin küçülmesindendir büyük hayallerimizi ayakta tutma başarısızlığımız.’’Bir ben bu gidişatı nasıl değiştirebilirim? ya da ‘’Sana mı kaldı başkalarını düşünmek?’’ gibi cümleler bizi yolumuzdan döndürebilir.Tek başına insanın kapsama alanı geniş hayalleri ayakta tutması zordur.Büyük hayallerin beslenmeye, aynı gayeye odaklanmış yürekleri bilmeye ihtiyacı vardır.Bilmek yalnızlığı alır götürür ve hayal sahibi yeniden biat eder hayaline, yelkenlerini umuda açar.
Dünyayı daha yaşanılır hale getirebiliriz inancımı yitirdiğim anlarda tekrar ayaklandırabilmek için hayalimi izlediğim bir film vardır;’’ İyilik yap iyilik bul’. Bir öğretmenin yürek büyüklüğünü öğrencilerine yansıtmasının öyküsüdür bu.Küçük bir çocuğun öğretmeninden aldığı ilhamla yaşadığı kasabayı daha yaşanılır kılabilme mücadelesidir.
Her yıl ortasında öğrencilerime mutlaka izlettiğim ve üzerinde uzun uzun konuşmalar yaptığım bir filmdir ‘’Pay it forward’’.
Her birimiz ehad ismini kabiliyetimiz nispetinde tecelli ettiririz. Benden bir tane daha yok yeryüzünde, daha önce de olmadı, benden sonra da olmayacak.Ben orjinalim, öyle ise ben dünyaya farklılık getirebilirim.Siz de getirebilirsiniz…
Trevor da farkılık getirmişti yaşadığı kasabaya.

31 Ağustos 2007 Cuma

oysa ışık hep vardı



Gece gündüze gebedir, en koyu karanlıktan sonra gelir aydınlık.Karanlık olmadan aydınlık, hüzün yaşanmadan mutluluk bilinmez.Her şey zıddıyla bilinir, zıddı olmayanın anlamı da yoktur…
Belki bundandır kimimizin uzun süre hüzün denizlerinde yelken açması.Gece gündüze gebedir umuduyla gözlerimizi kapattığımız bir günün sabahının bizi gecenin karanlığından daha yakıcı bir karanlığın içine taşıması da bundandır belki.
Karanlık ki tesiri sadece o anda dokunmakla emir olunduğu tene aydınlığı hükümsüz kılmaktadır.Ve biz kendi dipsiz kuyumuzda çırpınmaktan bile aciz kalırız bir an.Hiç gelmeyecek sanırız aydınlık, gündüzlerimiz hükmünü yitirdi sanırız.Yoktur böyle anlarda çengelli iğnelerimiz, hayata tutunacak tüm dallarımız kırıldı sanırız.Sorgularız kendimizi,  hatalarımız gözümüzde büyür,kapandı sandığımız yaralarımız sızlar,tebessümler yüzümüze hüznü miras bırakır.
VE KARANLIĞI ancak acizliğimizi anlayıp ebedi dost olana sırtımızı dayamak hükümsüz kılar…
Gözlerimiz ışıkla hem dem olduğunda uyanırız karanlık rüyamızdan.Çengelli iğnelerimizi fark ederiz yeniden, yapacak ne çok işimiz olduğunu anlarız, olgunlaşmanın zor olduğunu algılarız.Sınırlı gücümüz karşısındaki sınırsız gücü hisseder ve yükümüzü azaltırız.
Anlarız ki gözlerimizi kapatmak gündüzü sadece bize gece kılar, biz geceyi yaşarken apaydınlık ortalık oysa.Ve vardır her gece yaşatılana geceyi yaşatandan yüzde minik bir tebessüm oluşturacak ödül.

27 Ağustos 2007 Pazartesi

hüzün




Geldin işte yeniden, davetli değildin oysa sen bana.Geldin ve tahtına kuruldun; kalbimin tam ortasına.
Gelişlerin ödümü koparır benim bilirsin sen; yangınımın külleri canlanır, yağmayan yaz yağmuru damlaları gözlerimden akar.Aydınlık uzaklaşır, umudum indirir yelkenlerini gelişlerinde.
Ben benden uzaklaşırım varlığında, kaybolurum sadece acımdır benden olan tek şey yokluğumda.
Şimdi sen git dememi bekliyorsun ve zevkle tahtında bekliyorsun, biliyorum.Şaşıracaksın belki ama bugün ben sana git demeyeceğim.Gelişinde hesaba katmadığın birşey var senin bugün...
Bugün yaz yağmuru indi yeryüzüne, hatta belki benim gözlerimden inen de onun damlalarıydı.Sen bilir misin ne çok bekledik biz bu yağmuru.Hatta gelişinden umut kesenler bile olmuştu,Nnevv bak işte geldi yaz yağmuru buralara.Yağmur yeryüzünü pırıl pırıl yaptı, aktı gitti tozlar, çer çöp.
sokaklarda mis gibi toprak kokusu.Topraktır özümüz ya ondandır bugün gönül dünyamızın açması kapılarını ötelere.
GöNül dünyamız da bu gece en az yeryüzü kadar temiz olabilecek.Dedim ya sana git demeyeceğim bugün diye.Gecenin bereketi sarsacaktır tahtını.Çook önce de demiştim sana O geldiğinde sen gidenim olursun hep.Bu gece avuç içlerimi yer çekimi kuvvetinden kaldıracağım, ben de beraat dileyeceğim.Beraat;tüm hatalardan, günahlardan, kırgınlıklardan,acıdan ve gönül yangınından.
Güneş ışınlarını toplayıp, mesaisini ay'a devrettiğinde gökten gelen çağrıya cevap gitsin yeryüzünden.Bağışlanma dileyelim, huzur dileyelim, sağlık dileyelim, O'nu bilip sevmeyi dileyelim.
Yarına daha hafif uyanalım bir dahaki beraate kadar da hep O'nun hoşnut olduğu hal üzere olalım.

24 Ağustos 2007 Cuma

YAZ


Günlerdir musluklardan bir damla su akmadı.Tatil dönüşü yokluğumu fırsat bilen toz zerreleri evin her yerini istila etmiş durumda.Hava olabildiğince sıcak, yeşil diyebeileceğim bir yer neredeyse yok gibi.Çimler sararmış, çiçekler cılız ve boynu bükük.
Yaz ayları sebze meyveyi en uygun fiyata alabildiğimiz aylardı eskiden.Ve biz bunun kıymetini hiç bilmedik.Yaz bize göre hep aynı şeylere gebeydi.Her yaz bol sebze meyve demekti, akşam üstleri ellerdeki hortumlarla bahçe sulamak demekti.Bol bol duşun altına girmek demekti yaz.
Yaz demek yaz yağmurları demekti, şemsiyeye alaycı gözle baktığımız , damlaların tenimize dokunmasından büyük haz duyduğumuz.
Dün güneşin altında Marmara Üniversitesi yollarını adımlarken şimdiki ve bundan sonraki yazları düşündüm.Gökyüzüne kaldırdım başımı baktım, baktım yaz yağmurundan bir damla bekledim.Güneşe dinlen biraz çok ama çook ısıttın bizi dedim.
Ne güneş ne de yaz  yağmuru umursadı beni.Korktum bundan sonraki yazlardan, bundan sonra gelecek çocuklardan.İnsan nasıl iyi insan olabilir çiçeklere dokunmadan, yüreğini yağmurlarda yumuşatmadan?
Yağmur,
Sensizlik nasıl toprakta derin çatlaklar oluşturuyorsa bizim de kalplerimizde oluştu katılıktan yaralar.SEN gel!Gel de saralım içimizdeki yaraları...

20 Ağustos 2007 Pazartesi

Öğretmenim zamanı zamanla anlamaya başladım ben





Zaman hızla akıp gidiyor,giderken de beraberinde ne çok şeyi alıp götürüyor.Hayallerimiz kimi zaman onunla giden, kimi zaman umutlarımız kanıp gidiyor zamanla.Zaman bazen çok sevdiğimiz eşyalarımızın da miadını doldurmasına neden oluyor.Anneannemin en özel hediyesi olan pikabımın bozulmasında zamandan başka suçlu bulamadım ben, plaklarıma bakıyorum ve melodileri beynimde ben oluşturuyorum.
Zaman yüzümüzdeki çocuksuluğu da götürüyor gidişiyle, yerine çizgiler bırakıyor simamızda; her çizgi binlerce tecrübe edilmiş duyguya kanıt.Saç tellerimizin renginden de çalıyor zaman, hissettirmeden ustaca yapıyor hem de bunu.Önce tek bir telden çalıyor rengi, o tek beyaz tel sevimli geliyor bize hatta şans sayıyoruz onu kendimize.
Belki de sevincimizi arttırmak için zaman beyaz   telimize beyaz tellerimizi ekliyor.
Sevdiklerimiz zamanla miadına yaklaşıyor, gidişleri derin sızılar bırakıyor yüreğimizde ve durdurmak için miada gidişleri tanınmamıştır bize bir güç.
Zaman akışıyla bazen acılarımızı alıp götürürüyor, bundandır zamana ''en iyi ilaç'' ünvanının verilişi.Sızılar zamanla diniyor, yangın yakıcılığını zamanla kaybediyor, aşk acısı, ayrılık acısı zamanla hükmünü yitiriyor.Özlemin yakıcılığına zamanla alışılıyor, doğulan topraklardan ayrı yaşama acısına zamanla dayanılıyor...
*  *  *

Zamanın bu alıp götürme gücüne rağmen çaresiz kaldığı, boyun eğdiği hisler ve değerler vardır;
Güçlü bir dostluk bağı zamana yenilmez hiç.Yıllar geçse de aradan karşılaştığınız anda dostunuzla kaldığınız yerden araya zaman hiç girmemiş gibi devam edersiniz paylaşımlarınıza.Çocukluğunuzda nakış nakış yüreğinizi dokumuş anneannenizin sevgisi onun göçüp gitmesinin ardından da taptaze kalır hep içinizde.Çiçeklere dokunan narin çocuk elleriniz yıllarca ayrı kalsa da onlardan bir çiçek resmi karşısında çiçeklere dokunurkenki duyarlılığını kazanır bir anda.Yıllarca görmediğiniz öğrencilerinizin bir telefonuyla zihninizde ve kalbinizde canlanır sevgileri, şirinlikleri.
VE:
zamana bunca cümle kurdurtan sevgili edebiyat öğretmenim.On üç yıl aradan sonra bluşacağımız gün lise yıllarındaki o heyecanlı kıza dönüşüverdim bir anda.Kapı arkalarından koridordan gelişinizi izleyişimi, parmak kaldırırkenki heyecanımı hatırladım.Bana ne çok şey öğrettiğinizi fark ettim , hayata sımsıkı tutunmam gerektiğini hiç söze dökmeden öğrettiniz, satırların arasında gizli manaların olduğunu,temize geçirilemeyen bir kompozisyon kağıdının bir değeri olabileceğini öğrettiniz.Öğrencilere sevildiklerini söylemenin güzelliğini, ders dışında da paylaşımlarda bulunulabileceğini gösterdiniz.
Yıllar sonraki görüşmemizde fark ettim, meğer ne kadar canlıymış içimdeki duygular hala.Şimdi ben bu görüşmeden sonra nasıl özlüyorum sizi bir bilseniz.Bir de bunları size söylemek istediğmi hatta bakın ben herkese anlattım sizi demeyi ne çok istediğimi bilseniz.Ama dedim ya o lisedeki utangaç ve heyecanlı kız oluveriyorum ben yanınızda.Tüm bunları söyleyemem sadece bu yüzden işte...


31 Temmuz 2007 Salı

bulamadıklarım bulduklarımdan az

En iyi öğrendiğim, en çok duyumsadığım hatta kendimden bir parça haline getirdiğim bir duygudur özlem.Çocukluğumda etrafımda görmeye alıştığım herkesi sonra hep özledim ben.Anneannemi, dedemi, kuzenlerimi, arkadaşlarımı, öğretmenlerimi, köydeki komşuları, şehirdeki komşuları, kitaplarımı, Rossi'yi, çiçekleri hatta kendimi bildim bileli her sabah yediğim baniçka ve kiflayı bile senelerce sadece özleyebildim...

GÖÇ sonrası yaşadığım özlem duygusunun duyumsanabilecek en ağır özlem duygusu olduğunu düşündüm uzun bir süre.Özlemin kalpte oluşturduğu sızıyı da haliyle en derin sızı sandım.İkilemlerde boğuşurken en çetin savaşımı verdiğime inandım, köklerimden sökülüp hiç alışık olmadığım iklimde yaşama tutunmaya çalışmak beni hayatla mücadelemde yenilmez şovalye kılar sandım.Sandım ve yanıldım...

İnsanın hayatla en çetin mücadelesi kendini yitirdiği anda başlarmış, öğrendim.Çünkü kendinizi yitirdiğiniz anda ortada mücadele edebilecek kimse kalmıyor.Ve geriye kalan iki seçenek oluyor ya pes edip bütünüyle kaybolmak ya da bin parçaya dağılan sizi tıpkı bir yap bozun parçaları gibi bir araya getirmek.Kayboluş pes ediş olduğundan ikinci seçenek herkesin tek seçeneği olmalıdır.

Binlere ayrılan karelerden bir bütün oluşturmak; sizi siz yapan, her karesi sizi anlatan bütünün parçalarını bir araya getirmek zorlu bir süreçtir. Siz size yaklaşırken aniden kapıldığınız girdaplar, gözyaşı selleri ve yok saydığınız yaralarınızın kanaması peşinizi bırakmaz hiç.Yüzleşirsiniz o ana kadar yaşadıklarınızla, kendi gerçekliğinizle hatta kendinizi yitirmenize neden olanın gerçekliğiyle bile yüzleşirsiniz.Çetin bir serüvendir insanın kendini arayış serüveni ama vuslat yeni bir hayat armağanıdır arayışta olana.


Minnetle dolu şu anda içim, gözyaşı sellerine kapılmadan ve içimdeki yangının hükmünü yitirdiğini duyumsayark geçirdiğim günlerin sayısı parmaklarımla sayılamıyor.Kim bilir belki benim yap bozumda eksik kalan karelerin sayısı tamamladıklarımdan azdır şimdi.Belki içimdeki huzurun nedeni de ben'e yaklaşmış olmaktır ya da yitiğini bulmaya çok yaklaşan birinin duyduğu zafere yakın olma hissidir...Yeniden bir sovalye ruhunu hissedebiliyor olmaktır belki de sebep...

VE,

En yakıcı özlem meğer insanın kendine duyduğu özlemmiş.İnsan kendinden ayrı düşünce herşeyi karmakarışık oluyor hiçbir duygu ve düşüncesi ona ait olamıyormuş.Geriye ne mi kalıyormuş?Kabz ve bast halleri arasında durmadan kendine özlem kalıyormuş...

En derin özlem meğer insanın kendine duyduğu özlemmiş.

21 Temmuz 2007 Cumartesi

Ben ve Böğürtlen


Çocukluğumun özel meyvelerinden biridir böğürtlen.Köyde tarla kenarlarında ya da orman içinde kolaylıkla bulabildiğim, elbiselerimin çoğunu rengiyle boyadığım vazgeçilmez meyvem.
Böğürtlen zamanı köydeki tüm çocukların ellerinde küçük şişeler olurdu ve o şişelerin içinde dünyanın en doğal meyve suyu yapılırdı.Topladığımız böğürtlenleri şişenin içine doldurur kökeni bir çalı olan çubuğumuzla onları karıştırıdık.Kısa sürede böğürtlenler bize itaat eder ve şişede bordo renkte nefis bir meyve suyu olurdu.
Her birimiz kendi meyve suyunun tadının en güzeli olduğuyla övünürdü(aynı daldan kopmuş olsa da meyveler) hatta ispat etmek için bunu herkes diğerinin şişesinden bir yudum alırdı.Tatmak kimsenin fikrini değiştirmezdi herkes kendi meyve suyunun EN'ninde ısrar ederdi.
Evdeki büyükler çocukluk yıllarını hatırladığından belki elimizde şişeyi görünce iştahlı edayla,
''Aaaa böğürtlen mi topladın sen?Getir bakalım güzel olmuş mu meyve suyun.'' derdi.
Ve o şişedeki sıvının tadına bakabilmek tebessüme neden olurdu yüzlerinde.
GÖÇ'ün benden ayırdıklarından biridir böğürtlenler.Yıllarca ellerime ne dikenleri battı ne de elbiselerimde böğürtlen lekesi oldu.Ve ben böğürtleni anlatırken arkadaşlarıma onlar hep ahududunu anladılar.Hoş böğürtlenden meyve suyu içerek bir çocukluk geçirmemiş olanların böğürtlen tuktusunu anlamalarını beklemek yanlıştı aslında.
Bugün markete uğradım her meyveden bir tane alıp meyve salatası yapacaktım, kendimi şımartacaktım.Meyve tezgahına yaklaştım ve beyaz plastik kutularda duran böğürtlenleri gördüm.Meyve salatası fikrimden hemen vazgeçtim, meyve suyu yapmanın tam zamanıydı şimdi.Eve geldim robotu çıkardım, böğürtlenleri yıkadım, robotun içine koydum ve bastım düğümeye.İki dakika sonra böğürtlenler birbiriyle bütünleşmişti.Robottaki karışımı sürahiye aktardım içine bıraz da su ilave edip karıştırdım.Büyük bir keyifle cam bardağa doldurum meyve suyunu.Bordoyu başka hiçbirşeyde bu kadar güzel göremezsiniz, gözlerim bayram etti:).
Heyecanla bir yudum aldım ve hayal kırıklığı yaşadım.Meyve suyumun tadı hiç köydeki gibi değildi (böğürtlenler de mi hormon ilaçlarından nasibini aldı acaba?), mutfağa koştum, şeker ilave ettim sürahiye ve karıştırıdım.Tekrar bir yudum aldım ve çocukluğumun meyve suyuna yakın bir tat yakaladığımı fark ettim.Şimdi parmaklarım klavye tuşlarında gezinirken damağımda meyve suyunun hoş tadı, yüzümde çocukluğuma gidişimin oluşturduğu huzur dolu tebessüm ve yüreğimde bir umut var...

20 Temmuz 2007 Cuma

YORGUNLUK



Keşke gene yağlı boya tablolar yapabilsem balkonumda aldırmadan vazonun kamplumbağa benzetilmesine.Keşke başka yüreklere dokunabiliyor olmaktan gayrı hayalim olmasa.Keşke sokakta gördüğüm tüm çocukların yüzüne tebbessümle bakabilsem ve içim umutla dolsa yeniden.Kendimle dertlenmesem, beni bir tarafarakabilsem ve iyilik adına yapmaya çalıştıklarım yetse bana.
Gelişini beklemesem hayatıma kimsenin, O yetse bana.Varlığını hissedebilsem her an ve hep bir umudum olsa kabuğuma çekildiğim anlarda.Kalbimi acıtanlardan arındırsam ve hafifletsem onu.
Ve geriye bakmadan hep ileriye baksa gözlerim, gelecekle ilgili hayaller süslese zihnimi.

EY KALBİM!
Sar artık kırgınlıklarını, cesareti al kapılarından içeri.Umuda, hayale, güzel olana sarıl. Misafirliğinden hoşnut olacağının geliş heyecanı sarsın seni...



15 Temmuz 2007 Pazar

MUAMMA



Bir muammadır insan, kainatta olan tüm hadiselerin numunelerini kendinde barındıran antika bir sanattır.Binlerce duyguya gebedir insan.Umut ve yeisi, hüzün ve sevinci aynı dakikanın içinde barındırabilir o.Sabahları gözlerini açışı yeni olana taşır onu.Bir günü diğeri ile aynı değildir onun hiç.Geriye dönüşleri yoktur.
Onun  ileriye bakmalıdır gözleri hep, takılıp kalmamalıdır geçmişe.Onu ne geçmişin sevinçleri gururlandrımalı ne de geçmişin tasası sarmalıdır
Onun her yeni günü kemale yol alıştır.İşte bundandır onun dünkü haline bugün gülebiliyor olması. Dünkü ben'le bugünkü ben'i bambaşka görebilmesi.
Kalp, insan içindeki en az kendi kadar muamma mahaldir.Her an arayışa mahkum, her an kırgınlık ve umuda açık sırça kapıdır.
Samed ayinesi olan nokta onda gizlidir.Sahibini bulmadan arayış yazgısına nihayet koyamayacak olan aşk tutkunu.Geçici aşklarda konaklayan, kapılarını sonuna kadar açıp sonunda kemal ve cemalden uzakta konakladığını anlayıp feryadlarla boğuşan
canın candan koptuğu minicik mahaldir kalp.
İnsan antika bir sanattır kemale giden ve miadı kemal noktasına ulaştığı andır onun.
Her geçen gün bizi kemal noktamıza sürüklemekte.Hayırda kemal ya da şerde kemal varılacak son nokta. Kemale gidişlerde ne çok hırpalıyoruz kendimizi, üzüntü ve kederlerimizi ne çok çoğaltıyoruz.
Geçmişin tasasını bugün  de diğer günlerde de tekrar tekrar yaşatıyoruz kendimize.
Oysa bizi bizden iyi bilen kaldıralı üzerimizden o derdi çok olmuştur.Kalbimizi hep yanlış yerlerde konaklatıyoruz.Hırpalıyoruz onu, onu asıl aradığı sevgiliden uzaklaştırıyoruz ve
ondaki sonsuz sevebilme yeteneğini sınırlı ve kusurlu olanlarda boğuyoruz.Sonunda üzülüyoruz, canımız parmak uçlarından çıkıp gidiverecek sanıyoruz ayrılık acısından.
Bize verilen lüksleri kullanmaktan aciz kalıyoruz.Yükümüzü bırakmayı bilmiyoruz, üzerimize düşeni yapıp gerisini O'na bırakmayı bilmiyoruz.
Yaşadığımız hayal kırıklıkları mı sebeptir ki buna...?
Ellerimizi göğe çevirip gelecek kaygısından kurtulamıyoruz.Rahmetine sığınıp hatalarımızı pişmanlıkla silemiyoruz, takılıp kalıyoruz acabalarımız keşkelerimiz gelecekle ilgili ümitvar dileklerimizden çoktur hep.
Ve tüm bu hırpalanmaların içinde kemal noktaya gidiyor olduğumuzu unutuyoruz.Olaylar karşısındaki tepkilerimiz, lükslerimizi ne kadar kullanabildiğimiz, kalbin arayışına ne ölçüde cevap verebildiğimiz bizim varış noktamızın belirleyicisidir oysa.
Farkında olalım, her geçen gün hayırda zirvelere çıkmak için bir fırsattır bize sunulan.O'nun nazarında nasıl olduğumuz önemli olan.Dönüp O'nun ölçüleriyle değerlendirelim kendimizi.Eksiklerimizi telafi edelim, hatalarımız pişmanlık sonrasında, ümide bıraksın yerini.Kalbimizdeki yaraları iyileştirelim, hiç terk etmeyecek olana layık olduğu sevgiyi verelim.Verelim ki haksızlık edip kaldıramayacağı kadar çok şey yüklemeyelim hata yapmaya yazgılı olanlara.
Miadımızı doldurduğumuzda O'nun ve de O'ndan olanların hoşnutluğu olsun üzerimizde...


3 Temmuz 2007 Salı

BEN'E ya da nam_ı diğer ENE'ye

                                         

 
Söyelenecek öyle çok cümlem var ki sana.Her gün yeni umutlarla açarız güne gözümüzü.Sınırlı olduğumuzun farkına varmadan tüketiriz  çoğu zaman vaktimizi.Planlayan, programlayan biziz sanırız.Sahip olduklarımız bizimdir;çocuğumuz, annemiz, babamız, arkadaşımız, eşimiz, yarimiz.Bizimdir ya onlar bizle kalmaya yazgılı, biz var oldukça onlar da bizimle kalmaya mahkum  sanırız...
''Biz'' de bize aittir, öyle kabulleniriz bunu.Kaşımız, gözümüz,elimiz, ayağımız, gözümüz, bedenimiz bizim tasarrufumuzda sanırız.İstediğimiz gibi kullanırız tüm uzuvlarımızı.Saatlerce yol yürür de yorulmak nedir bilmediğimiz anlarda kendimizle gurur duyarız, bizden çabuk yorulanlara yazık deyiveririz. Gözlerimizi vitrin camlarına, moda dergilerine ve bize insani sorumluluklarımızı hatırlatmaktan uzak televizyon ekranlarına mahkum ederiz. Göz bizimdir ya dilediğimiz yere bakarız. Yardıma ihtiyacı olanları görmeyi, başını okşayacak bir el bekleyenleri, bizden öte bir güç olduğunu haykıran doğa güzelliklerini görmeyi başkalarına bırakırız.
Hayatımızdaki olayların tamamı bizim kontrolümüzdedir bize göre. Biz istersek sever, istersek seviliriz. Biz iyi yetiştirirsek çocuğumuz ''iyi insan'' ünvanının kesin sahibidir. Bir tohum ektiysek ve hava, ısı, su,toprak dörtlüsünü bir araya getirdiysek sonuç kesindir, bekleriz yeşerecek dalların çıkmasını. Hastalandıysak ilaç kesin çaremizdir, ilacı içer ve sonucu bekleriz, etki etme süresinin dolmasını bekleriz. Birine çok mu emek harcadık, emin oluruz onun bize olan vefasından. Duygularımızın anlaşılmasını mı istedik , dünyanın en güzel cümlelerini kurarız ve karşımızdakinin anlayacağından şüphesiz emin oluruz.
''Biz'', kontrol edebiliriz herşeyi. İstersek koşar istersek coşarız. Biz istersek sevdiklerimiz her an yanımzıdadır, biz izin vermeden gidemez kimse bir yere. Biz öyle güzel ifade ederiz ki duygularmızı karşımızdakinin kalp kontrolünü alırız. Ne mesaj verirsek karşımızdaki alır. Sebepleri yerine getirdik mi istediğimiz sonuç bizimdir. Biz neyi planlarsak onu yaşarız..
''Biz'' öyle kudretli sanırız işte kendimizi. Acizlik, fakirlik bizden uzaktır...
Bir gün küçücük bir aksilik misafir olur hayatımıza. Vefa gösterdiğimiz aniden sırtını dönüverir, aldığımız ilaç etki süresini doldurur ama acımızı kesmekte yetersiz kalır. En güzel şekilde yetiştirdiğimiz çocuğumuz öyle bir şey yapar ki yüzümüz kızarır, kendimizden utanırız. Sevdiklerimiz göçüp gidiverir ötelere durdurmak için onları hiçbirşey yapamayız. Ani bir fren sesi sonrası koşan ayaklarımız süresiz istirahata çekilir. Gözler öyle anlarda kurtarır mahkum edildiklerinden kendini ve hikmet arayışına yönelir. Ektiğimiz tohumun neşvü nema bulması için şartların yeterli olmadığını umutla beklediğimiz dallar yeşermeyince anlarız.
Böyle anlarda anlarız planlarımızı aşan planların yapıldığını. Kalplerde olup bitenlerin bizden öteye bi yerlerde harmanlandığını. Kalplere vicdan ve merhametin ötelerde serpiştirildiğini ve kalbe tesirin O'nun izniyle olduğunu böyle anlarda idrak ederiz.
Küçücük aksilikler bize O'nun dilemesinin Biz'im dilememizden ehemmiyetli olduğunu anlatır. Sevdiklerimizin emanet odluğunu sahip olduğumuzu sandıklarımızın asıl sahibinin O olduğunu aksiliklerin olduğu anlarda anlarız.
Teşekkür etmeliyiz hayatımızdaki aksiliklere, O'nun kucağına yönlendirdikleri için bizi.Ve şükranlarımızı sunmlaıyız O'na bize kucak açtığı için.
(Aksilikler merhametten yoksun kalpleri isyan adalarına da sürükleyebilir, biz rahmet kucaklarına atabiliyorsak kendimizi, şansımızın farkında olmalıyız.)

İki anneyle konuştum dün... Birini yeni tanıdım hastane sevisinde. Göz taşı ameliyatı olmuş kontrole gelmişti. Şakalaştım önce'' Çok ağlamaktan mı olur yoksa bu taşlar öyleyse vay halime!" dedim. Onaylmıştı beni ''Ben çocuğumu kaybettim de '' dedi.Öyle utandım ki kendimden. Gözyaşı dökme sebeplerimiz  ne kadar farklıydı. Kitaplarla hayata bağlandığını söyledi , derdine dermandı onlar.Çantamdan kitaplığımdaki en özel kitabımı çıkardım. Sabah ruhumdaki yaraları sarmak için uzun bir zamandan sonra yanıma almıştım onu.''Ona ruhumun yaralı olduğunu söyleyin''; benden çok o annenin hakkıydı okumak onu şimdi. Telefon numaramı yazdım kitabın kapağına, sayfaların arasındaki kuru laleyi de bırkatım içinde ve uzattım kitabı ruhu yaralı anneye. ''Sizin olsun, çok seveceksiniz, inanıyorum ''dedim. Kalbimde garip şeyler oldu...
Gece arkadaşımla konuştuk, ilk defa Dila'yı gördüm web camdan. Kordon kanı işe yaramamıştı. .  Arkadaşım solgun bir anneydi, baştaki metin duruşu yoktu.''16 Temmuz'da Dila için ilik alınacak  benden ve son deneme yapılacak'' dedi. ''Herşey bize bir emanettir, bize ait hiçbir şeyimiz yoktur aslında" demek istedim ona ama diyemedim...
16 Temmuz'da tek yürek olalım. Heşey yolunda gitsin ve acılar son bulsun. Bir annenin yüzü gülsün ve acılar tüm annelerden uzak olsun...