31 Temmuz 2007 Salı

bulamadıklarım bulduklarımdan az

En iyi öğrendiğim, en çok duyumsadığım hatta kendimden bir parça haline getirdiğim bir duygudur özlem.Çocukluğumda etrafımda görmeye alıştığım herkesi sonra hep özledim ben.Anneannemi, dedemi, kuzenlerimi, arkadaşlarımı, öğretmenlerimi, köydeki komşuları, şehirdeki komşuları, kitaplarımı, Rossi'yi, çiçekleri hatta kendimi bildim bileli her sabah yediğim baniçka ve kiflayı bile senelerce sadece özleyebildim...

GÖÇ sonrası yaşadığım özlem duygusunun duyumsanabilecek en ağır özlem duygusu olduğunu düşündüm uzun bir süre.Özlemin kalpte oluşturduğu sızıyı da haliyle en derin sızı sandım.İkilemlerde boğuşurken en çetin savaşımı verdiğime inandım, köklerimden sökülüp hiç alışık olmadığım iklimde yaşama tutunmaya çalışmak beni hayatla mücadelemde yenilmez şovalye kılar sandım.Sandım ve yanıldım...

İnsanın hayatla en çetin mücadelesi kendini yitirdiği anda başlarmış, öğrendim.Çünkü kendinizi yitirdiğiniz anda ortada mücadele edebilecek kimse kalmıyor.Ve geriye kalan iki seçenek oluyor ya pes edip bütünüyle kaybolmak ya da bin parçaya dağılan sizi tıpkı bir yap bozun parçaları gibi bir araya getirmek.Kayboluş pes ediş olduğundan ikinci seçenek herkesin tek seçeneği olmalıdır.

Binlere ayrılan karelerden bir bütün oluşturmak; sizi siz yapan, her karesi sizi anlatan bütünün parçalarını bir araya getirmek zorlu bir süreçtir. Siz size yaklaşırken aniden kapıldığınız girdaplar, gözyaşı selleri ve yok saydığınız yaralarınızın kanaması peşinizi bırakmaz hiç.Yüzleşirsiniz o ana kadar yaşadıklarınızla, kendi gerçekliğinizle hatta kendinizi yitirmenize neden olanın gerçekliğiyle bile yüzleşirsiniz.Çetin bir serüvendir insanın kendini arayış serüveni ama vuslat yeni bir hayat armağanıdır arayışta olana.


Minnetle dolu şu anda içim, gözyaşı sellerine kapılmadan ve içimdeki yangının hükmünü yitirdiğini duyumsayark geçirdiğim günlerin sayısı parmaklarımla sayılamıyor.Kim bilir belki benim yap bozumda eksik kalan karelerin sayısı tamamladıklarımdan azdır şimdi.Belki içimdeki huzurun nedeni de ben'e yaklaşmış olmaktır ya da yitiğini bulmaya çok yaklaşan birinin duyduğu zafere yakın olma hissidir...Yeniden bir sovalye ruhunu hissedebiliyor olmaktır belki de sebep...

VE,

En yakıcı özlem meğer insanın kendine duyduğu özlemmiş.İnsan kendinden ayrı düşünce herşeyi karmakarışık oluyor hiçbir duygu ve düşüncesi ona ait olamıyormuş.Geriye ne mi kalıyormuş?Kabz ve bast halleri arasında durmadan kendine özlem kalıyormuş...

En derin özlem meğer insanın kendine duyduğu özlemmiş.

21 Temmuz 2007 Cumartesi

Ben ve Böğürtlen


Çocukluğumun özel meyvelerinden biridir böğürtlen.Köyde tarla kenarlarında ya da orman içinde kolaylıkla bulabildiğim, elbiselerimin çoğunu rengiyle boyadığım vazgeçilmez meyvem.
Böğürtlen zamanı köydeki tüm çocukların ellerinde küçük şişeler olurdu ve o şişelerin içinde dünyanın en doğal meyve suyu yapılırdı.Topladığımız böğürtlenleri şişenin içine doldurur kökeni bir çalı olan çubuğumuzla onları karıştırıdık.Kısa sürede böğürtlenler bize itaat eder ve şişede bordo renkte nefis bir meyve suyu olurdu.
Her birimiz kendi meyve suyunun tadının en güzeli olduğuyla övünürdü(aynı daldan kopmuş olsa da meyveler) hatta ispat etmek için bunu herkes diğerinin şişesinden bir yudum alırdı.Tatmak kimsenin fikrini değiştirmezdi herkes kendi meyve suyunun EN'ninde ısrar ederdi.
Evdeki büyükler çocukluk yıllarını hatırladığından belki elimizde şişeyi görünce iştahlı edayla,
''Aaaa böğürtlen mi topladın sen?Getir bakalım güzel olmuş mu meyve suyun.'' derdi.
Ve o şişedeki sıvının tadına bakabilmek tebessüme neden olurdu yüzlerinde.
GÖÇ'ün benden ayırdıklarından biridir böğürtlenler.Yıllarca ellerime ne dikenleri battı ne de elbiselerimde böğürtlen lekesi oldu.Ve ben böğürtleni anlatırken arkadaşlarıma onlar hep ahududunu anladılar.Hoş böğürtlenden meyve suyu içerek bir çocukluk geçirmemiş olanların böğürtlen tuktusunu anlamalarını beklemek yanlıştı aslında.
Bugün markete uğradım her meyveden bir tane alıp meyve salatası yapacaktım, kendimi şımartacaktım.Meyve tezgahına yaklaştım ve beyaz plastik kutularda duran böğürtlenleri gördüm.Meyve salatası fikrimden hemen vazgeçtim, meyve suyu yapmanın tam zamanıydı şimdi.Eve geldim robotu çıkardım, böğürtlenleri yıkadım, robotun içine koydum ve bastım düğümeye.İki dakika sonra böğürtlenler birbiriyle bütünleşmişti.Robottaki karışımı sürahiye aktardım içine bıraz da su ilave edip karıştırdım.Büyük bir keyifle cam bardağa doldurum meyve suyunu.Bordoyu başka hiçbirşeyde bu kadar güzel göremezsiniz, gözlerim bayram etti:).
Heyecanla bir yudum aldım ve hayal kırıklığı yaşadım.Meyve suyumun tadı hiç köydeki gibi değildi (böğürtlenler de mi hormon ilaçlarından nasibini aldı acaba?), mutfağa koştum, şeker ilave ettim sürahiye ve karıştırıdım.Tekrar bir yudum aldım ve çocukluğumun meyve suyuna yakın bir tat yakaladığımı fark ettim.Şimdi parmaklarım klavye tuşlarında gezinirken damağımda meyve suyunun hoş tadı, yüzümde çocukluğuma gidişimin oluşturduğu huzur dolu tebessüm ve yüreğimde bir umut var...

20 Temmuz 2007 Cuma

YORGUNLUK



Keşke gene yağlı boya tablolar yapabilsem balkonumda aldırmadan vazonun kamplumbağa benzetilmesine.Keşke başka yüreklere dokunabiliyor olmaktan gayrı hayalim olmasa.Keşke sokakta gördüğüm tüm çocukların yüzüne tebbessümle bakabilsem ve içim umutla dolsa yeniden.Kendimle dertlenmesem, beni bir tarafarakabilsem ve iyilik adına yapmaya çalıştıklarım yetse bana.
Gelişini beklemesem hayatıma kimsenin, O yetse bana.Varlığını hissedebilsem her an ve hep bir umudum olsa kabuğuma çekildiğim anlarda.Kalbimi acıtanlardan arındırsam ve hafifletsem onu.
Ve geriye bakmadan hep ileriye baksa gözlerim, gelecekle ilgili hayaller süslese zihnimi.

EY KALBİM!
Sar artık kırgınlıklarını, cesareti al kapılarından içeri.Umuda, hayale, güzel olana sarıl. Misafirliğinden hoşnut olacağının geliş heyecanı sarsın seni...



15 Temmuz 2007 Pazar

MUAMMA



Bir muammadır insan, kainatta olan tüm hadiselerin numunelerini kendinde barındıran antika bir sanattır.Binlerce duyguya gebedir insan.Umut ve yeisi, hüzün ve sevinci aynı dakikanın içinde barındırabilir o.Sabahları gözlerini açışı yeni olana taşır onu.Bir günü diğeri ile aynı değildir onun hiç.Geriye dönüşleri yoktur.
Onun  ileriye bakmalıdır gözleri hep, takılıp kalmamalıdır geçmişe.Onu ne geçmişin sevinçleri gururlandrımalı ne de geçmişin tasası sarmalıdır
Onun her yeni günü kemale yol alıştır.İşte bundandır onun dünkü haline bugün gülebiliyor olması. Dünkü ben'le bugünkü ben'i bambaşka görebilmesi.
Kalp, insan içindeki en az kendi kadar muamma mahaldir.Her an arayışa mahkum, her an kırgınlık ve umuda açık sırça kapıdır.
Samed ayinesi olan nokta onda gizlidir.Sahibini bulmadan arayış yazgısına nihayet koyamayacak olan aşk tutkunu.Geçici aşklarda konaklayan, kapılarını sonuna kadar açıp sonunda kemal ve cemalden uzakta konakladığını anlayıp feryadlarla boğuşan
canın candan koptuğu minicik mahaldir kalp.
İnsan antika bir sanattır kemale giden ve miadı kemal noktasına ulaştığı andır onun.
Her geçen gün bizi kemal noktamıza sürüklemekte.Hayırda kemal ya da şerde kemal varılacak son nokta. Kemale gidişlerde ne çok hırpalıyoruz kendimizi, üzüntü ve kederlerimizi ne çok çoğaltıyoruz.
Geçmişin tasasını bugün  de diğer günlerde de tekrar tekrar yaşatıyoruz kendimize.
Oysa bizi bizden iyi bilen kaldıralı üzerimizden o derdi çok olmuştur.Kalbimizi hep yanlış yerlerde konaklatıyoruz.Hırpalıyoruz onu, onu asıl aradığı sevgiliden uzaklaştırıyoruz ve
ondaki sonsuz sevebilme yeteneğini sınırlı ve kusurlu olanlarda boğuyoruz.Sonunda üzülüyoruz, canımız parmak uçlarından çıkıp gidiverecek sanıyoruz ayrılık acısından.
Bize verilen lüksleri kullanmaktan aciz kalıyoruz.Yükümüzü bırakmayı bilmiyoruz, üzerimize düşeni yapıp gerisini O'na bırakmayı bilmiyoruz.
Yaşadığımız hayal kırıklıkları mı sebeptir ki buna...?
Ellerimizi göğe çevirip gelecek kaygısından kurtulamıyoruz.Rahmetine sığınıp hatalarımızı pişmanlıkla silemiyoruz, takılıp kalıyoruz acabalarımız keşkelerimiz gelecekle ilgili ümitvar dileklerimizden çoktur hep.
Ve tüm bu hırpalanmaların içinde kemal noktaya gidiyor olduğumuzu unutuyoruz.Olaylar karşısındaki tepkilerimiz, lükslerimizi ne kadar kullanabildiğimiz, kalbin arayışına ne ölçüde cevap verebildiğimiz bizim varış noktamızın belirleyicisidir oysa.
Farkında olalım, her geçen gün hayırda zirvelere çıkmak için bir fırsattır bize sunulan.O'nun nazarında nasıl olduğumuz önemli olan.Dönüp O'nun ölçüleriyle değerlendirelim kendimizi.Eksiklerimizi telafi edelim, hatalarımız pişmanlık sonrasında, ümide bıraksın yerini.Kalbimizdeki yaraları iyileştirelim, hiç terk etmeyecek olana layık olduğu sevgiyi verelim.Verelim ki haksızlık edip kaldıramayacağı kadar çok şey yüklemeyelim hata yapmaya yazgılı olanlara.
Miadımızı doldurduğumuzda O'nun ve de O'ndan olanların hoşnutluğu olsun üzerimizde...


3 Temmuz 2007 Salı

BEN'E ya da nam_ı diğer ENE'ye

                                         

 
Söyelenecek öyle çok cümlem var ki sana.Her gün yeni umutlarla açarız güne gözümüzü.Sınırlı olduğumuzun farkına varmadan tüketiriz  çoğu zaman vaktimizi.Planlayan, programlayan biziz sanırız.Sahip olduklarımız bizimdir;çocuğumuz, annemiz, babamız, arkadaşımız, eşimiz, yarimiz.Bizimdir ya onlar bizle kalmaya yazgılı, biz var oldukça onlar da bizimle kalmaya mahkum  sanırız...
''Biz'' de bize aittir, öyle kabulleniriz bunu.Kaşımız, gözümüz,elimiz, ayağımız, gözümüz, bedenimiz bizim tasarrufumuzda sanırız.İstediğimiz gibi kullanırız tüm uzuvlarımızı.Saatlerce yol yürür de yorulmak nedir bilmediğimiz anlarda kendimizle gurur duyarız, bizden çabuk yorulanlara yazık deyiveririz. Gözlerimizi vitrin camlarına, moda dergilerine ve bize insani sorumluluklarımızı hatırlatmaktan uzak televizyon ekranlarına mahkum ederiz. Göz bizimdir ya dilediğimiz yere bakarız. Yardıma ihtiyacı olanları görmeyi, başını okşayacak bir el bekleyenleri, bizden öte bir güç olduğunu haykıran doğa güzelliklerini görmeyi başkalarına bırakırız.
Hayatımızdaki olayların tamamı bizim kontrolümüzdedir bize göre. Biz istersek sever, istersek seviliriz. Biz iyi yetiştirirsek çocuğumuz ''iyi insan'' ünvanının kesin sahibidir. Bir tohum ektiysek ve hava, ısı, su,toprak dörtlüsünü bir araya getirdiysek sonuç kesindir, bekleriz yeşerecek dalların çıkmasını. Hastalandıysak ilaç kesin çaremizdir, ilacı içer ve sonucu bekleriz, etki etme süresinin dolmasını bekleriz. Birine çok mu emek harcadık, emin oluruz onun bize olan vefasından. Duygularımızın anlaşılmasını mı istedik , dünyanın en güzel cümlelerini kurarız ve karşımızdakinin anlayacağından şüphesiz emin oluruz.
''Biz'', kontrol edebiliriz herşeyi. İstersek koşar istersek coşarız. Biz istersek sevdiklerimiz her an yanımzıdadır, biz izin vermeden gidemez kimse bir yere. Biz öyle güzel ifade ederiz ki duygularmızı karşımızdakinin kalp kontrolünü alırız. Ne mesaj verirsek karşımızdaki alır. Sebepleri yerine getirdik mi istediğimiz sonuç bizimdir. Biz neyi planlarsak onu yaşarız..
''Biz'' öyle kudretli sanırız işte kendimizi. Acizlik, fakirlik bizden uzaktır...
Bir gün küçücük bir aksilik misafir olur hayatımıza. Vefa gösterdiğimiz aniden sırtını dönüverir, aldığımız ilaç etki süresini doldurur ama acımızı kesmekte yetersiz kalır. En güzel şekilde yetiştirdiğimiz çocuğumuz öyle bir şey yapar ki yüzümüz kızarır, kendimizden utanırız. Sevdiklerimiz göçüp gidiverir ötelere durdurmak için onları hiçbirşey yapamayız. Ani bir fren sesi sonrası koşan ayaklarımız süresiz istirahata çekilir. Gözler öyle anlarda kurtarır mahkum edildiklerinden kendini ve hikmet arayışına yönelir. Ektiğimiz tohumun neşvü nema bulması için şartların yeterli olmadığını umutla beklediğimiz dallar yeşermeyince anlarız.
Böyle anlarda anlarız planlarımızı aşan planların yapıldığını. Kalplerde olup bitenlerin bizden öteye bi yerlerde harmanlandığını. Kalplere vicdan ve merhametin ötelerde serpiştirildiğini ve kalbe tesirin O'nun izniyle olduğunu böyle anlarda idrak ederiz.
Küçücük aksilikler bize O'nun dilemesinin Biz'im dilememizden ehemmiyetli olduğunu anlatır. Sevdiklerimizin emanet odluğunu sahip olduğumuzu sandıklarımızın asıl sahibinin O olduğunu aksiliklerin olduğu anlarda anlarız.
Teşekkür etmeliyiz hayatımızdaki aksiliklere, O'nun kucağına yönlendirdikleri için bizi.Ve şükranlarımızı sunmlaıyız O'na bize kucak açtığı için.
(Aksilikler merhametten yoksun kalpleri isyan adalarına da sürükleyebilir, biz rahmet kucaklarına atabiliyorsak kendimizi, şansımızın farkında olmalıyız.)

İki anneyle konuştum dün... Birini yeni tanıdım hastane sevisinde. Göz taşı ameliyatı olmuş kontrole gelmişti. Şakalaştım önce'' Çok ağlamaktan mı olur yoksa bu taşlar öyleyse vay halime!" dedim. Onaylmıştı beni ''Ben çocuğumu kaybettim de '' dedi.Öyle utandım ki kendimden. Gözyaşı dökme sebeplerimiz  ne kadar farklıydı. Kitaplarla hayata bağlandığını söyledi , derdine dermandı onlar.Çantamdan kitaplığımdaki en özel kitabımı çıkardım. Sabah ruhumdaki yaraları sarmak için uzun bir zamandan sonra yanıma almıştım onu.''Ona ruhumun yaralı olduğunu söyleyin''; benden çok o annenin hakkıydı okumak onu şimdi. Telefon numaramı yazdım kitabın kapağına, sayfaların arasındaki kuru laleyi de bırkatım içinde ve uzattım kitabı ruhu yaralı anneye. ''Sizin olsun, çok seveceksiniz, inanıyorum ''dedim. Kalbimde garip şeyler oldu...
Gece arkadaşımla konuştuk, ilk defa Dila'yı gördüm web camdan. Kordon kanı işe yaramamıştı. .  Arkadaşım solgun bir anneydi, baştaki metin duruşu yoktu.''16 Temmuz'da Dila için ilik alınacak  benden ve son deneme yapılacak'' dedi. ''Herşey bize bir emanettir, bize ait hiçbir şeyimiz yoktur aslında" demek istedim ona ama diyemedim...
16 Temmuz'da tek yürek olalım. Heşey yolunda gitsin ve acılar son bulsun. Bir annenin yüzü gülsün ve acılar tüm annelerden uzak olsun...