13 Aralık 2008 Cumartesi

YAZAMAMAK...


Uzun zaman oldu yazmayalı. Yazmamak için her zamankinden farklı nedenlerim oldu bu sefer. Ne zamanının hızına ayak uyduramamak ne, ne işlerin yoğunluğu, ne de kitaplar suçlu bu sefer. Yazarlık okulunda aldığım eleştirilerin de payı yok yazmamamda. Sözcükleri de aklamalıyım, onları bir araya getirmek için hiçbir teşebbüsüm olmadı çünkü. Yazarlık okulundaki ödevlerimi de yapmıyorum ne zamandır; yazmıyorum... Yazmaya farklı bir anlam yüklediğimdendir belki tutulup kalmam...

20 Ekim 2008 Pazartesi

Kaşif bir ben...



Zaman akıp gidiyor her geçen dakika ruhumu zenginleştiriyor. Çocukluğumdan beri ilk kez hayret edebilme yetimi bu kadar cömert kullanıyorum. Gözlerimin önündeki ülfet perdesini aralayana teşekkürlerim göğe merdiven oluşturacak denli çok olsa, gene de eksik kalır.

Yazmak istediğim çok şey var, yazmak için ise 15 dakikam ( bu 15 de çalıntı zaman kitaptan).

İki karpuz bir koltuğa sığmaz sözüne inat bir koltuğa üç karpuz sığdırmayı deniyorum. Zorlanıyorum, yoruluyorum ama keşfediyorum... Anlıyorum, hiçbir mekana sığmayanın küçüçük bir kalbe sığıdını. Ve iliklerime kadar küçücük bir kalbe kainat sevgisinin nasıl sığabildiğini hissediyorum...

''Güzel bakan güzel görür. Güzel gören hayatından lezzet alır.'' Yıllardır nazardaki sırrı çözmeye çalışırım. Nazarıma bir dokunuş mu oldu? Kayıplarımdan zaman zaman sorumlu tuttuğum masallarım masumiyetini mi kanıtlamak istedi?Onlara olan özlemimin burun direklerimi sızlattığı anda ötelerden bir peri mi gönderdi bana masallarım?

Sorularımı çoğaltabilirim ama ben bilirim ki tüm sroularımın cevabı hep bir'de birleşecek. Tüm olayların, tüm keşiflerin , tüm nazarların arkasındaki bir'de gizlidir cevap.

Yazarlık okulunu, Zeynep'i, arkadaşalrımı, öğrencilerimi, çiçekleri, Defne'yi,dernekteki çalışmaları, dil odasını, kitap incelemeyi, kitap yazmayı, her hafta okuduğumu anlatmayı, günde 5 saatlik uykularla yetinmeyi seviyorum. Hatta Cengiz'i bile seviyorum :)...

Sizi de seviyorum... Uzun uzun keşfettiklerimi yazacağıma söz veriyorum. Ders kitaplarındaki düzeltmelerden sonra. Bana ayrılan ( çaldığım ) dakikalar doldu, kulaklarımda Selda Hanım'ın sesi ;

'' Sevcan Hanım, biraz daha zorlasanız, baskı için bekliyoruz...''

Vicdan azabı duydum galiba, bundan dolayı bugünkü uyku zamanı 4.45 dakikaya indirilmiştir.

Hayret edebilme duygusunun hepinizde tüm ihtişamıyla canlanmasını dilerim. ''Hayret'', hayret ne güzel şeymişsin sen :). Seni bize verene gökteki yıldızlar adedince teşekkür ederiz...


NOT; Bir masal yazma vakti benim için şimdi. Sizce Uyuyan Güzel, Kırmızı Başlıklı Kız ya da Pamuk Prenses günümüzde yazılsaydı, masalın seyri nasıl olurdu?

15 Eylül 2008 Pazartesi

Asr


Zaman tanzimi kişilere göre değişse keşke. Yani zamana hükmeden, ona daha çok ihtiyacı olanlara birkaç saat daha fazla verse. Daha çok iş çıkarılsa ortya, daha çok yüreğe dokunulsa, gözler daha çok sayfada gezinse, parmaklar daha çok satıra imza atsa…
Yazmak istediğim öyle çok şey var ki… Ama zamanla başım dertte, yetmiyor bana verilen saatler. Ertesi günün bir iki saatini çalmak bile işe yaramıyor çoğu kez. Bugünlük bu kadar deyip günlük mesaimi tamamladığımda bile, kafamda yapamadıklarımın listesi uçuşuyor.
Bast-ı zaman sırrına ersem biliyorum, zamanın esaretinden kurtulabilirim. Ama ruhun derece-i hayatına çıkmak bana uzakkk…
Anlatılmayı bekleyen neler mi var?
Okullar açıldı, yep yeni yürekler var karşımda. Kimileri öyle özel ki… Eski öğrenciler var, atılan temeller üzerine kurulacak güzellikler var… Bir dil odası var, düzenlenmeyi bekleyen…
Kitaplar var, yeni müfredat kurbanı (hiç istemiyorum kitap düzenini değiştirmeyi ben :( )olan. Yüzlerce sayfa var yeniden düzenlenmeyi bekleyen. Ve buna direnen bir beynim var…Elimdeki daha doğru ve daha güzel bir tasarım ama milli eğitimin saçma tasarımına uyum sağlamak zorunda. Güzel olanı çirkinleştirme eylemi aslında yapılması gereken ve ben buna hala inatla direniyorum. Yayınevine karşı bir mesuliyetim olmasa, kitabın noktasına dahi dokunmam… Ama düzen her yerde aynı…
Öğrencilerimle okul dşında birlikte geçirdiğimiz cici zaman dilimleri var dile gelmeyi bekleyen… Onlara hazırladığım iftar sofraları, paylaşılmayı bekleyen tarifler var.
Yeni bir blog sayfası var ismi konmuş, temeli atılmış üzerine yazılacak satırları bekleyen. En kısa zamanda, ilk posttan hemen sonra yazacağım adresini size. Yıllar önce yapılmış olması gereken, benim için çok özel bir sayfa bu …
Alptuğ var :), güneşim olan… Bir de küçüçük bir kız var içimde, hiç anlayamadan yıllar öncesinden çıkıp gelen :)
Her şeyi uzun uzun anlatacağım, ilk mola hakkımı kullandığımda.Hayat güzeldir, hele bir de güneşleriniz varsa yolunuzu aydınlatan...

5 Eylül 2008 Cuma

Ruhuma dost satırlar


Kelimelerin bize dostlarımızdan daha yakın olduğu anlar vardır. Bir yazı okuruz ve içinde kayboluruz. Mahrem yerlerimize en ihtiyacımız olduğu anda dokunur onlar. Ruhumuza işler ve ondaki kırgın noktalara merhem olurlar. Cümle kurmamıza gerek yoktur, anlatmak için acıyan yanlarımızı. Onlar karşımıza bizi bizden iyi bilen tarafından çıkarılmıştır. Misyonları kalbimizdeki nasırlı yanlarımıza hayat vermektir.
Satırlar arasında kaybolurum bazen, gözlerimin önündeki sır perdesi aralanır, bambaşka diyarlara yelken açmak isterim. Yitirir hükmünü tüm dert edindiklerim…
Fanilik mührünü taşımaya mahkum olan hiçbir şeyin gidişinden elem duyulmaması gerektiğini anlarım. Kalbin gıdasının bu satırlar arasında olduğunu keşfederim. Dilime dolarım isimlerini bir bir…
Satırların katibine duyduğum hayranlık ona olan özlemimle birleşir. Bir görsem, açsam yüreğimdekileri, bir iki kelam dinlesem ondan halime hitaben…
Su üstünde yürümenin, mekanın esaretinden kurtulmanın sırrı nededir diye sorsam…
Halimi şikayet etsem, satırların anlattıklarının çook gerisinde olduğumu söylesem…
Bir el okşasa başımı ve ben esareti altına girdiklerimin esaretinden kurtulabilsem…
Satrılarıyla buluşmadan önce derdiyle tanıştığım bir kez daha gelse gözlerimi kapadığımda…
Ve ben rotamı hiç şaşırmasam…

‘’ Uçmak ne ki yerde leş arıyorsa gözler! İşte akbabalar da uçuyor gökte kara lekeler bırakarak. VAR MI UÇABİLEN KALBİNİN ÜSTÜNDE! Tayy-ı mekan edene itibar ediyorlar ne tuhaf! Ya su üstünde yürüyenlere ne demeli; balıkları denizde yüzdürmüyor mu Allah! Var mı yürüyebilen kalbinin üzerinde!’’
A. Ali Ural

2 Eylül 2008 Salı

Bir sözcük ve ... ?

Sabun köpüğünün ömründe gizlidir bazen yaşadıklarımız. Onların hayatımızdaki hükmü bir andır sadece. Masallardaki bir varmış bir yokmuş ifadesinin gerçek hayattaki yansımalarıdır onlar. Yaşadığınız gerçek mi hayal mi karıştırırsınız. Nasıl başladı nasıl bitti kısmını anlayamayacak kadar çok karışır kafanız. Olayların içinde nasıl anlayamadan bulduysanız kendinizi, anlayamadan dışında da buluverirsiniz.
Ve fark edersiniz ki her biri size dair ipucu versin diye özenle kurduğunuz onca cümledeki siz sabun köpüğü ömrünü tamamlamış ve siz bir tek sözcüğe mahkum edilmişsinizdir. Hayata dair kesin kırmızı çizgileri olan biri ise mahkumiyetinize karar veren şansınız yoktur, özdeki sizi anlatmaya. Yargılama ve karar verme süreci çoktan bitmiştir.
Kalabalıklar içinde yalnızlık duyarız bazen. Bazen de bir dost yanında kalabalıklaşıveririz. Anlaşılmak ya da anlaşılmamaktadır her iki durumun da sırrı. Anlaşılmak yüreğimizi hafifletirken, anlaşılmamak ağır bir yük yükler ona…Size ait olmayanların size etiketlendirilmesi acıtır.
Bir varmış bir yokmuş anı kadar kısa sürse de yaşananlar, onlarda O’nun anlattıklarının çokluğunu ve çıkarılacak derslerin kalıcılığını görmek lazım.
Gördüğümüz, düşündüğümüz gibi değildir her şey. Hayır gördüklerimizde şer, şer gördüklerimizde hayır gizli olabilir. SAN’A dayanıp hikmetine güvenmemizi sağla. Ve aydınlat yüreğimi(zi), sevdiklerini sevdir , bizi de sevdiklerine sevdir.
Rahmet ayı gelmişken beni kendimle meşgul olanlardan değil, mahzun gönül peşinde koşanlardan eyle…

NOT: SEMA, sözcükler biz ne anlamda kullanırsak kullanalım bizim onlara yüklediğimiz anlamdan sıyırlıveriyor ve başta onlara ne misyon yüklendiyse ona hizmet etmeye devam ediyor. Ama ben gene de seni seviyorum … :)

23 Ağustos 2008 Cumartesi

AĞVA'DA BİR İPEK MOTEL varmış :)

Resimlerin üstüne tıklayıp büyütebilirsiniz.

Resimlerde; Ben:), Orhan Bey ve Oğuz Bey, Duygu, İlhan Bey, Yüksel Hanım ve Merve.
Her son insana hüzün verir. Çünkü insan kainatla alakadardır; güneşin doğuşundan ve batışından, yağmurun yağmasından, rüzgarda yaprakların çıkardığı sesten, nehrin akışından, gördüğü çiçekten hatta böcekten etkilenir insan. Ve her görüntü ya da ses kalpte farklı bir titreşime neden olur. Bu işin sırrı tüm kainatın insana endeksli yaratılmasındadır belki.
Doğanın insan üzerinde tesiri bu kadar güçlü iken insanların birbiri üzerindeki tesirini anlatmaya gerek yok. Bir bakış, söylenen bir sözcük, bir hareket yüzümüze günler boyu tebessüm de kondurabiliyor, günlerce kalbimizde bir burukluğa da neden olabiliyor...
Güzel bir tatilin ardından yazmak istediğim, ayırdına vardığım ve paylaşmak istediğim çok şey var. Ama öncelikle size belki yoğun bir dönemin bitimine kadar bana enerji kaynağı olacak, her hatırladığımda yüzümde tebessüme neden olacak bir İPEK KOZA'sından söz etmek istiyorum . Bir an önce İPEK KOZA'yı anlatayım ki yaz bitmeden siz de gidin ve aynı enerjiyi siz de depolayın.
Yaz başında yaptığım tatil planında Ağva yoktu. Gitmeyi planladığım dağ otelinde yer bulamayınca büyük hayal kırıklığı yaşamış ve şansız olduğumu düşünmüştüm. Tavsiye üzerine rotamı çok da istemeyerek Ağva'ya yönelttim. Ağva'da da kalmayı planladığım motel sorun çıkarınca kardeşimin internetten tesadüfen bulduğu İPEK KOZA motelle kesişti yollarımız. İnterentten resimleri inceledim, telefon edip işletme sahibi ile konuştum ve düştüm yola. İlk kez gidiyor olmak ve neyle karşılaşacağımdan emin olamamak beni biraz tedirgin etti. Fakat İPEK KOZA'nın kapısından girdiğim an tüm tereddütler kapının dışında kaldı. Sıcak bir karşılama, nezaketli tavırlar derin bir nefes almamı sağladı. İPEK KOZA Ağva Şile yolu üzerinde Göksu Nehri kenarında kurulmuş olan bir aile işletmesi. İlhan Kazcı işletme sahibi ve kurucusu. Otelde
kalan müşterilerle KAZCI ailesi tek tek ilgileniyor. Sıcak, samimi bir ortam hakim otel çalışanları arasında. Bu da kalan müşterilere yansıyor. İlhan Bey ,eşi Yüksel Hanım, kızları Merve ve Duygu mutfak işleri ile uğraşırken Orhan Bey ve Oğuz Bey de müşterilerle ilgileniyor. Herkesin memnuniyeti onlar için önemli. Küçük ayrıntı ya da önemsiz ayrıntı yok onlar için, her dile getirdiğiniz talebinizle özenle ilgileniyorlar. Bundan olsa gerek yemeklerde sohbet ettiğimiz kişilerin aynı tatil için aynı mekanı tekrar tercih etmesi.
İPEK KOZA'da nefis yemekler yiyebilir, nehir kenarında dinginleşebilir, deniz bisikleti ile nehir üstünde gezinti yapabilir, tekne kullanabilir, hamaklarda sallanabilir ve minderler üzerinde bol bol dinlenebilirisiniz. Ağva merkeze gitmek istediğiniz zaman ise İlhan Bey sizi çarşı içine bırakabilir hatta otele dönmek istediğinizde sizi tekrar gelip alabilir. İPEK KOZA'da kalmanın tek olumsuz yanı ise şu; bir aile sıcaklığı içinde ağırlandığınız için sevdiğiniz dostlarınızdan ayrılıyor gibi hissediyorsunuz tatil bitiminde ve el sallarken otobüsün camlarından bir burukluk oluşuyor kalbinizde. Geride kalan ve aynı hisleri diğer misafirlerine de yaşatacak olan İPEK KOZA ailesine minnetle sallamaya devam ediyorsunuz elinizi , görüntüde sadece yol kalıncaya dek.
İPEK KOZA'nın büyüdüğünde de aynı sıcak ve samimi hizmeti sunabilmesi dileği ile... Tüm İpek Koza çalışanlarına sevgiler.
Not: Otel yaz -kış hizmet veriyor.
Otel'in internet adresi:
Telefon numarası:
(0216) 721 74 03

10 Ağustos 2008 Pazar

MOLA

Sen'i sevmeme izin ver! Sevdiklerini sevdir bana! Bana ben'i sevdir! Uzaklığımı yakın kıl! Aydınlat yüreğimi(zi)!
Vakit yolculuk vaktidir. Ve boşunadır sonuca ulaşmadan sarf edilen tüm kilometreler. Ben benle olmayı, ellerimi açıp uzun uzun Seninle konuşmayı özledim. Çiçeklere dokunmayı, ağaç dallarında kaybolmayı özledim.
Gidişimi amacıma uygun eyle!

5 Ağustos 2008 Salı

...


Yıllarca ağır bir yükü taşımaya mahkum ettim seni. Haykırışlarına tıkadım kulaklarımı. Gönderdiğin titreşimleri gözyaşlarına dönüştürdüm, akıttım cömertçe. Sen titreşim göndermeye devam ettin ben, çözüm bu değil diye haykırdım. Ben, gözyaşları sonrasındaki anlık hafiflik hissine aldanmayı seçtim. Benim benliğimi senin varlık gayeni anlamsızlaştıran yük gittikçe ağırlaştı oysa. Hala dinmedi çığılıkların, senin misafir etmek istediğin ve benim seni misafir etmeye zorladığım sevgiler ne kadar farklı birbirinden... En özel yerine bir leke kondurdum, inatla onu bembeyaz kılmaya çalıştım. Tüm çırpınışlarına kapadım gözlerimi, direndim. Eğirti duranı yakışır kılmak istedim koyduğum yere. Sen her seferinde direndin. Varlığına anlam katan o değildi, bunu sen hep bildin ben ise bunu biliyor olduğumu unutmak için kaybolmayı seçtim. Dağıtıverdim beni ben yapan herşeyi... Yap bozun parçalarını topladım sonra eski günlüklerden, dostlardan, şehirlerden. Ben'i oluşturdum, yerleştirmeye çalıştım her parçamı ait olduğu yere. Dinginleştim, el uzattım minik yüreklere, klavye tuşlarına dost oldu parmaklarım. Masalları hatırladım yeniden, masallarla uyku diyarına gönderdim aylarca kucaklayamadığım yeğenimi.

Yandım, hatalarımı bir bir çıkardım gün yüzüne, çoğunu kabullenmekte zorlandım. Af dilemek için kapanmıştı kapı yüzüme sert bir şeklide. Affı sonsuza olana gönderdim özrümü.

Farkındayım Sen'den uzaklaştı yine satırlarım, oysa sadece SENİN için klaveyenin tuşunda şu an parmaklarım. Kendime itirfaf edebilmek kadar zor yazmak, söylemek istediklerimi sana. Yap bozun bir tek parçası kaldı elimde. Bilirim, o serüvenin son noktasıdır...

Ameliyat vaktidir, seni masivadan temizleme vaktidir. Yükünü hafifletme, seni özgür kılma vaktidir.
YA BAKİ ENTEL BAKİ.
HAFİFLET YÜREĞİMİ(Zİ)...

2 Ağustos 2008 Cumartesi

UĞRADIN İŞTE GENE UZUN ZAMANDAN SONRA BANA


Sonsuza dek yok ettiğimi sandığım yakıcı acı içimde dirildiğinde, yeniden dirilişe olan inancım tazelenir.
Yanmak vaktidir gelmiş olan, ihtişamlı bir geliştir bu. Alevler sarar bedenimin her zerresini. Bir an kararır herşey, geçmiş tazelenir...
Hükmünü yitirir her çözüm. Sükut etsem kalmayacak dayanma gücüm. İşte medet gene sözcükleri gönderendedir. Bilirim dua vaktidir, belki anımsatma vaktidir yaşanan serüveni. Şükretme vaktidir belki gelinen noktaya.
Kalbimi serin sularla yıka, içine bir iki buz parçası sakla, onda alev olmaya aday her kıvılcımı soğutsun o buz parçaları. Bana iyilik yapabilme gücü ver, hatalarımı az doğrularımı çok eyle.
Kalbimi doğru olana meylettir.
Ve nedendir her kelebek görüşümde imrenmek sürdüğü ömre?

29 Haziran 2008 Pazar

Ne mutlu sende ( n ) olana...

Klavyenin tuşlarında gezinerek tamamlıyor parmaklarım mesaisini. Bir tuş yakınlığında blog sayfam bana. Ama ben bana Bulgaristan - Siirt uzağındayım...

Parmaklarım çocukları düşleyerek yazdığım kitap satırlarında çok itaatkar bana. Sayfalar gün gün çoğalıyor. Sevimli resimler süslüyor cümleleri. Beynim nazlansa da arada, kısa molalarla başarıyorum onu da kandırmayı. Ben, parmaklarım, gözlerim ve zihnim inanılmaz performans sergiliyoruz; ortaya çıkan kitap öğrenme isteği ve heyecanı oluştursun diye minik yüreklerde.
Aynı parmaklar ve aynı klavye tuşları blog sayfama uğradığım anda isyan bayrakalrını açıyor. Parmaklarım bırakıveriyor kendini , klavyedeki harfler daığılıp gidiveriryor biryerlere. Sayfama özlemle bakıyor gözlerim. Aylardır aynı sözcükler sürdürüyor orada saltanatını. Oysa ne çok şey yaşandı dile gelmeyi hak eden...
Sen'den uzaklığımla kendimden uzaklığım doğru orantılıdır bilirm ben. Parmaklarımın itaatsizliği, harflerin bir araya gelmemek için gösterdiği çaba da hep bundan. Uzak olmaktan... Bulgaristan - Siirt uzaklığında özüm bana...
Şimdi boyun büktürebilmişken hem parmaklarıma hem tuşlara dünyanın en güzel cümlelerini kurmak istiyorum sana. Bilirim riya izi bulaşacaktır çoğuna ama riya değil midir ihlasın geçit kapısı...
Özlerinin sen olduğunu kavramayı başarmış olanlara başaramamıştır çelme takmayı ne bir keder ne de firak acısı. Dünya küsmüş de sen razısın diye ehemmiyet vermeyenler olmuş buna. Parmakalrını sadece seni anlatmak için itaate zorlamış birileri. Benim çocukalrı düşleyen parmaklarım, onların seninle bağını koparanların ademe mahkum hallerinden muzdarip parmakları olmuş. Onların da benim de parmaklarım hep yazmış...Yazmak onları yakınlaştırmış, beni ise uzaklaştırmış. Satırlar çocuklara yaklaştıkça, ben benden uzaklaşmışım...
Dağılmaya hazırlanıyor işte gene harfler, parmaklarım da pervasızlaştı gene. Dillendirecektim oysa ben varlığının güzelliğini.
Benden bana hep kusur ve noksan vardır. Tüm güzellikler sendendir. İçimdeki acının sebebi sende gizli. Bilirim gelmesi gerektiği anda uğrayacaktır o bana. Şunu da bilirim herşey gibi o da fanidir. Kaza anıdır beklenen, bilirim...
Yaklaştır beni kendime. Çünkü bilirim kendime yakınlığım sana yakınlığımdır. Şah damarımdan yakın kıl beni kendime...
Hz. Yunus'un duası duam olsun.
'' Sen'den başka ilah yoktur. Sen sübhansın, bütün noksanlardan ve kusurlardan münezzehsin. Muhakkak ki ben zalimlerden oldum, kendime yazık ettim... ''
( Enbiya Suresi, 27 / 28 )




15 Nisan 2008 Salı

Yaklaştır beni(bizi) kendim(iz)e

Kendimize uzaklığımız bize şah damarımızdan yakın olana uzaklığımızla doğru orantılıdır her zaman.Ondandır kendini bilenin O'nu bilmesi.

Ne çok özledim gene kendimi,O'nu, okumayı, yazmayı...
Uyuduğum anlar dışında haftalardır dönüp bakamıyorum kendime.Gidilecek yerler,yüreğine dokunulacak öğrenciler,yazılacak sorular hiç bitmek bilmedi.Ruhum çığılık çığılığa ama ben ona tıkıyorum inatla kulaklarımı.Var olan enerjimin azlığına aldırmadan büyük işlere soyunuyorum.Yolda yürürken takatsiz kesilen ayaklarıma aldırmıyorum, naz makamındasınız siz deyip geçiyorum.Midemdeki asit arttırıyor olsa da dozunu ben süper girl olmaya devam ediyorum.
Kendime olan uzaklığımdan olsa gerek uzağım baharın gelişinden de.Laleleri seyretmenin hakkını veremiyorum.Ağaçlarda beliren çiçeklerin güzelliğine hayret edecek vakit bile yok.Beni benden alış maratonu sanki yaşadığım.Ortaya güzel bir iş çıksa ne çıkar bu yoğunluktan, ben bana, ben O'na hasret iken...
NOT:Bitti ikinci kitap da sonunda.Ama değer miydi bu O'ndan bir an uzak kalmaya ...


3 Nisan 2008 Perşembe

KABZ

Kalbimin olabildiğne buyruk davrandığı anlar vardır.Akıl gücümü sonuna kadar zorlamak bile o anlarda dizginlemeye yetmez onu.Beynime inat kalbim tüm hislerimin kontrolünü geçirir eline.

Ve ben bilirim ki kabz halinin ziyaret vakti gelmiştir.Kabz ruhumda tüm yeteneği ile belirecektir.Daralmanın yakıcılığını anımsatıp bastın ferahlığını anlatacaktır.
Daralma anları aslında gerçeğe en yakın olduğumuz anlardır.Bir anda yitirir herşey değerini.Ve biz yakın bildiğimiz herşeyden uzaklaşırız.Tanıdık gelen pek çok şey yabancılaşır bir anda.Tüm dizginlerin elimizde olduğunu düşündüğümüz anlar da geridedir artık.Fark ederiz boşuna yüklendiğimiz yüzlerce yükü...
Anlam yüklediklerimiz anlamlarını yitirir böyle anlarda, anlamlandırmadıklarımız ise en derin manalarıyla çıkar ortaya.
Büyük dert dediklerimizin küçüklüğünü görür, dert edinmediklerimizin ise asıl derdimiz olduğunu anlarız.
Yüzümüzü O'na dönüp,O'nu en derin duyumsadığımız, O'nun varlığına olan inancımızı bir kez daha tazelediğimiz anlara gebe olan tek anlardır kabz hallerimiz.Ellerimizi yer çekimi kuvvetinden kurtarıp gökyüzüne kaldırdığımız an kalbimiz aklımızla barışır,rahmet yağar sağnak sağnak ötelerden.
Anlarız ki O bize darılmadı, bizi terk etmedi de (tüm kusurlarımıza rağmen).
Ben beni bıraktığımda, sen beni bırakma Allah'ım.

1 Nisan 2008 Salı

Sözcüklere gizlenen rahmet


Yazmak irade işi sanmasın kimse sakın.İhtiyacımıza göre verilir sözcükler emrimize ve biz ne kadar zorlarsak zorlayalım izin verilmediği sürece içimizde olup bitenleri yansıtabilecek cümleyi bir türlü kuramayız.
Yazmak, ne çok şeyin ifadesi oldu benim için.Ben arayışımda beni BAN'A götüren adımlarım oldu sözcükler.Sevincim, hüznüm ,acım,mutluluğum sözüklerin etrafında örgülendi hep.BENİMLE yeniden buluşma hayalimi canlı tuttu sözcükler hep.Herkes benim bildi söcükleri oysa hepsi sadece bir armağandı bana verilen.
Yükümü hafifletmeme yardım eden rahmet emareleriydi sözcükler.Yangının hükümünü hafifleten serin sulardı onlar.Umutsuzluğu umuda dönüştüren dallarım,yüzüme tebessümü konduran yoldaşlarım oldu kelimeler...
Şimdi görev tamalandığından belki sözcükler kaçmakta benden, yakalayıp bir araya getiremiyorum onları.Böyle anlarda anlıyorum bir kez daha sözcükler üzerindeki gücümün ne denli sınırlı olduğunu.Ve rahmetin büyüklüğünü de anlıyorum,ihtiyaç anında emrime amade kılınmış meğer harfler, kelimeler ve cümleler.
Ve ben bunca rahmete karşın teşekkürde hep geciken oldum...
Şimdi bana rahmet olan tüm sözcükleri yüreği yangınlarda olan bir annenin kalbine göndersen.İçindeki yangın sözcüklerle hükmünü yitirse,kalp kırıklığı sarılsa kurulan cümlelerle.Ayrılık acısı , o büyük günle gelecek vuslat inancıyla hafiflese.Özlemin yürekte oluşturduğu yangının alevi sönse.Dayanma gücü olsa sözcükler kırgın bir yüreğe.
Gönül koymam işte o zaman benden giden sözcüklerin hiç birine.Gidin ve umut olun, güç olun, rahmet olun ,serin sular olun yanan başka bir yüreğe.

Dila'dan söz etmiştim size pembedenizde daha önce.Tek yürek olalım, iyileşmesini dileyelim, göğe yükselsin dilekelrimiz demiştim hani.Başaramadı Dila ama biliriz ki biz rahmet herşeydedir...

9 Mart 2008 Pazar

Bana değil bu şarkı

Saçımın tek telinde yoktur takılı bir papatya,
Çocukluk yıllarımda papatyadan yaptığım taçlar kadar uzağımdadır şimdi benim o,
Gelen bahara inat kaymaz gönlüm onun ne sarısı ne de beyazına...

Baharın gelişi,insan olmanın hakkını verebileceğimiz duygularımızı canlandırsın yeniden.Canlandırsın ki biz dünyayı daha yaşanılır kılabilelim.

28 Şubat 2008 Perşembe

YARe


Derinliklerimizde özenle sakladığımız yaralarımız vardır.Varlığını çoğu kez görmezden geldiğimiz, iyileşti deyip aksini kabul etmek istemediğimiz yaralı yanlarımız vardır.Kendimizde belki de en çok özen gösterdiğimiz yanlarımızdır onlar.Onları her türlü etkiden uzak tutmak için elimizden geleni yaparız.Hafızamızın belli bölümlerini nadasa bırakırız, unutabilme yetisinden medet bekleriz.Geçen zaman iyileşme sürecimize geri dönülmez mesafeler aldırır sanırız.

An olur bir ses, bir nefes ,bir koku bizi yaralandığımız ilk ana götürür.Geçen zamanı yalanlar gibidir yaramızın sızısı.Hayatla bir an bağımız koptu sanırız, yer ayaklarımızın altından kayıverir.Hüküm süren sadece ruhumuzdaki yangındır.Tazelenir tüm acılarımız, aynı girdabın içine girdik sanırız ve bunun korkusu nefesimizi keser bir an.

Yeniden düşünürüz yaşanan süreci, bir bir gelir gözümüzün önüne yaşananlar.Sözcükler hançer gibi sanki yeniden saplanır yüreğimize.Şaşırtır bizi aynı sözcüklerin tekrar tekrar yaralayabilme özellikleri.

Tüm bu karmaşa içerisinde bize ayan olan bir gerçek daha vardır,yara açanın değersizliğidir o.Ve biz tahtından bir kez daha indiririz onu.Bu tacın sonsuza dek ondan alınışıdır aynı zamanda.İadesi mümkün değildir ona önceden verilen hiçbir ünvanın.

Yüreğimizi hafifletir helal etmek ona hakkımızı yaşanan onca şeyden sonra.Yüreğimizin hafifliği kadar hafiftir bizde artık onun değeri.Bizde çalacak ne bir kapısı ne de kalbimize hitab edecek bir sözcüğü kalmıştır onun.

Yaralarımız en az özümüz kadar bizimdir.Biz onlarsız ,onlar bizssiz anlamsızdır, eksiktir.Onlar bizi büyütenlerdir, en kalıcı öğrenmeleri bize kazandıranlardır.Ve vardır her yaranın bir ilacı ;yüzünü O'na dönebilene...

Hayatınızda yüzünüzde tebessümler oluşturan dostlarınız varsa, yaşadıklarınız onların da yüreğinde titreşime neden oluyorsa yaralarınızı çarçabuk iyileştirmek için çook nedeniniz var demektir.

Dost zenginiyim ben :) ;milyonlarca kez teşekkür ediyorum SAN'A bana bu kadar cömert davrandığın için.Tüm dostlarımı ve SEN'İ çok seviyorum.

18 Şubat 2008 Pazartesi

Bu da benim çocukluğumdan :)



Bizi ışık hızı ile çocukluğumuza götüren sesler, görüntüler, kokular vardır.Hangi durumda olursak olalım onlarla buluşmamız çocukluk yıllarımızla da yeniden buluşmamız olur.
Yıllarca çocukluğuma dair sahip olabildiğim tek şey sadece hafızamda kalan anılar ve yüreğimde onların oluşturduğu buruk hüzün oldu.Ne okul arkadaşlarım ne de aynı mahallede oturduğumuz çocuklar biliyordu benim çocukluk kahramanlarımı.Menekşeli dondurmanın tadı da menekşe aromalı mor şekerler de herkese yabancıydı.Boşunaydı coşkuyla kır menekşesini ve yatmadan önce izlediğim çizgi filmlerdeki kahramanalrı anlatmam, dinleyen hiçbir arkadaşıma bulaşmıyordu benim heyecanım.Anlattıklarım onlara yabancıydı çünkü...
Bugün beni geçmişe götürüp yüzümde tebessüm oluşturan bir çocukluk kahramanımla karşılaştık.Çok özlemişim onu.Ve şimdi onu anlatmak için coşku dolu sözcüklerle yetinmek zorunda değilim sadece.İzleyin bakalım.Belki bir kıpırtı da sizin yüreğinizde oluşur.

Not;Seksenli yıllarda çok popüler olan bir Rus çizgi filmi.Şarkıdan satırlar:
''ben akordiyonumu çalıyorum,
yoldan geçenlerin gözü önünde
ne yazık ki doğum günleri yılda bir kere

arkadaşım sihirbaz uçup gelecek mavi helikopterde,
ve ücretsiz film gösterecek
doğum günümü tebrik edecek ve ihtimal ki
bana hediye olarak 500 eskimo(dondurma) bırakacak
ne yazık ki doğum günü yılda bir kere"
(youtube da çeviren frenzoece)

16 Şubat 2008 Cumartesi

Kültür dergisi ?

Nazan Bekiroğlu'nun kalple kelimelere dair yaptığı bir tespit vardır.Ona göre kalp sonzuz duyuşla yüklüdür ve kendini ifade için de sınırlı olan sözcüklere mahkumdur.
Kalpteki sızıları , onda kopan fırtınalrın şiddetini azaltan tek şeydir sözcükler.İçte yaşadıklarınızı dile getirirsiniz, bir yol açarsınız onlara akıp gitsinler diye ve hafifletirsiniz yüreğinizi.
Acınızı da neşenizi de daha taşınabilir kılarsınız sözcükleri kullanarak.
Sizin bir araya getirdiğiniz sözcükler en az parmak iziniz kadar sizindir.Mahreminizdir, özelinizdir.Yaşadıklarınızın tanığıdır onlar.
Sözcüklerinizden oluşan yazıalrınız da sizin özelinizdir.Onların neyi ifade ettiğini en iyi siz bilirsiniz.Kimsenin onalrı okuyuşu sizinki gibi değildir.Sadece siz bilirsiniz oradaki sözcüğün kalpteki hangi titreşimden geldiğini.Yazılarınız anılarınızın, sizi siz yapanların ta kendisidir.
Ve yoktur kimsenin hakkı onları sahiplenmeye...
İki gün önce bana ait bir yazıyı başka bir sitede gördüm.Ve inanamadım, kaynak belirtilmemiş hatta sayfanın sol kısmında son yazdıklarım kısmında aynı yazı başlığı var.Yazı olabildiğince kişisel hayallerle ilgili, gerçekleşmesi yıllar süren bir hayali anlatıyor.Benim için özel, anlamı da bende saklı.
Mail attım site sahibine.Aldığım yanıt :

Merhaba...

Bu kadar paniklemenize gerek yok.Her şeyden önce bu dergi seçici davranan bir dergi.Deneme çok güzel olduğu için alındı.Art niyet olsaydı isim yayınlanmazdı her şeyden önce.Bana gönderilen mailler arasında bu denemede vardı.Beğendinm ve alıp yayınladım.Amacımız kendisine edebiyat dergilerinde yer bulamayan insanlara destek vermek.Eğer sizin göndermediğinizi bilseydim yayınlamazdım.Bundan dolayı sizden özür dilerim.Yazınızı kaldırıyorum hoşçakalın.,


Çok iyi niyetli olduğunu söyleyen bu arkadaşlar denemenin altına ne yazık ki isim belirtmeyi unutmuşlar.(kaldırılan deneme dışındaki iki yazı hala sayfada )Hatta arşiv bölümlerindeki diğer yazılara da isim eklemeyi unutmuşlar.Yazılara yorum yazdım yayınlanmadı.Mail gönderip sorunun çözülmesini istedim aldığı yanıt:

Canımı sıkmayın olurmu?Elinizden geleni ardınıza koymayın...Yazılarını sevsinler...

Yazma serüvenim ben arayışında başka bir şey değil.Her harf katibine dair ip ucu verir.Harfeler ben'in ip uçları aslında.Bize çok iyi niyetli ve basit gelen bir eylem bir başkası üzerinde olumsuluklara neden olabilir.Hakkımız olmayana el uzatmak hırsızlıktan farklı bir eylem değildir.
Canı çok sıkılmış olan iyi niyetli arkadaşımız hakkı olan sınırlar dahiline iyi niyet sergilese belki can sınkıntısını da giderir.
Bloglarda yazan arkadaşlar sitedeki yazıları gözden geçirmenizi önerirm.Kim bilir belki size de destek olmayı istemiştir bu KÜLTÜR dergisi.
(Yazılar kaldırılıdgından linki kaldırdım.)
Bu yazılar eminim size de tanıdık gelmiştir :).Ben isim göremedim siz de bakın varsa bana nerede olduğunu söyleyin lütfen.Hepinize sevgiler...
AYLAKADAM seni şimdi daha iyi anlıyorum :)

9 Şubat 2008 Cumartesi

BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ...

Yüreğini masallar diyarında büyütebilmiş olanların diğerlerinden çok daha şanslı olduğuna inandım hep.Masalların ortak özellikleri vardır.Tüm masal kahramanları ağır sınamalardan geçerler, haksızlığa maruz kalırlar kimi zaman ,ve tüm beşerlerde olduğu gibi bol hüzün barındıran anlar eşlik eder onlara da.Doğrulardan taviz vermedikleri müddetçe masallardaki kahramanların sonu aynıdır;zafer kazanıp-mutlu olmak.
Masallardadır iyiliğin kötü olana her daim galip gelebilmesi.Masallar eşliğinde büyüyenler farkında olmadan masallardaki değerleri nakış nakış işlerler yüreklerine.Masalların onlara armağanıdır iyliğin her daim galip geldiğine olan inançları ve masallardan kalan bir mirastır masum bir çocuğu içlerinde sürekli barındırabiliyor olmaları.
Çocukuğum yüzlerce masal kahramanın hayali arkadaşlığıyla geçti.Anneannem ve teyzelerim masal zengini kimselerdi.Her gece masal anlatacak birini bulmak mümkündü köy evinde.Okula başlama vakti geldiğinde annemlerin yanına taşındım okumayı sökünceye kadar masallardan mahrum kaldım orda.Galiba şehir hayatıyla iş temposunu bir arada götürenler masallara ayıracak vakit bulamıyorlardı.Okumayı öğrenir öğrenemez Grim Kardeşler ve Anderson masallarının büyülü dünyasında buldum kendimi.Hayal gücüm hiç sınır tanımyordu , olmazlara yer yoktu hayatımda.Pervasızca hayal kurardım, sihirli değneklerim ,gerektiğinde uçmamı sağlayan kanatlarım olurdu.Üzüldüğüm anlarda kahraman gibi hissederdim kendimi güzel davarandıkça kazanacağıma inanırdım.Can sıkıntısı nedir bilmezdim.Kurulacak bir hayalim, düşüleyecek bir masal kahramanım olurdu hep.
Tatilde yeğenimin yanındaydım, yolculuk boyunca onu masallarla uyutmayı düşledim.Ve daha ilk masalımda fark ettim ki masal kahramanlarımı bir araya getiremiyorum, yaşadıkları maceraları birbirine karıştırıyorum.Derin bir sızıya neden oldu Zeyenep'e anlatacak bir masalımın olmadığını fark etmek...
Masalların bana bıraktığı mirası derinliklerimde hissediyorum hala ve kaybetmedim de onlara olan inancımı.Sadece derinden beni sarsmasına izin verdiğim olayların hafızamdaki güzellikelri derinlere gömdüğünü ve hafızmın tahtına kurulduklarını fark ediyorum.
Ben yeniden okumya koyuluyorum tüm masalları ,okudukça öze yaklaştıracakalrından kuşkum yok beni.
Masallara merhaba yeniden, Zeynep'lere anlatacak masalarım olsun ve bir masal mirası bırakabileyim diye onların da yüreklerine...

30 Ocak 2008 Çarşamba

ÇEMBER



Varlığımızı sürdürdüğümüz bir çemberimiz vardır.Tüm rutinlerimiz , özellerimiz , sevdiklerimiz sevmediklerimiz onun içindedir.Sevinçlerimiz , hüzünlerimiz de içindedir bu çemberin.Nereye gidersek gidelim, gidebildiğimiz her alan aslında çemberimizin kuşatması altındadır.Ve dışına çıkmak çemberin ancak miadımızı doldurmakla mümkündür.

Kendimizi kandırırız bazen , yolculuklara çıkarız, gidilebilecek en uzak noktayı hedef seçeriz ve çemberin dışına çıkmayı başardık sanırız.Tekerleklerin geride bıraktığı her kilometre bizi çemberimizin dışına çıkarıyor sanırız.Oysa her kilometre çemberdeki alanın ta kendisidir zaten.

Okul sonrası ilk işim valizimi kapıp kendimi otobüse atmak oldu.Telefonumu kapatım ve bir hafta boyunca bana çemberimi hatırlatacak herşeyden uzak olmak, bir mola hakkı kullanmak istedim.Otobüs koltuğuna ilk kurulduğum an tüy kadar hafiflemiş hissettim kendimi.Tüm telaş ve koşuşturmaca geride kalmıştı.Artık ne kopyalanacak cd ne hazırlanacak materyal ne okunacak kağıt ne de gidilecek toplantı kalmıştı.Yeni aldığım mp3 ümü taktım kulağıma sevdiğim şarkılar eşliğinde ,hayaller dünyasına saldım kendimi...

Malatya'ya geldiğimde de Zeynep'in kollarına bıraktım kendimi :).Pıtırcığım benim unutmamış teyzesini.Görmeyeli de pek bir marifetli olmuş.Artık beraber şarkı söyleyip dans ediyor ve masal analtıyoruz birbirimize.Kar tanelerini izliyoruz camdan, kargalara sesleniyoruz üşüyüp hasta olmasınlar karda diye.Yakalamaca ve saklambaç oynuyoruz ve çook mutlu oluyoruz.

Biliyorum kuşatması altındayım çemberimin :) ama ben gene de bir hafta onun dışında sayıyorum kendimi hem de gelen tüm telefonlara inat :).

İstanbul'a döndüğümde beni bekleyen tüm koşuşuşturmacayı anımsamayı reddediyorum !!!

Üstelik yolların kapalı oluşundan dolayı ertelenen döüşüme bile sıkmaya niyetim yok şimdi canımı.Ben çemberin dışında olmanın tadını çıkarıyorum.

Çok görmeyin ne olur , sadece bir mola hakkı kullanıyorum hepsi bu ...



NOT;sedaİstan 'ın bloguna ulaşamıyorum yeni adresi de yok :( .sedaİstan tarafımdan aranıyor , duyan bilen varsa bir bilgilendiriverse mesud olacağım.


BANA İYİ TATİLLER :)

15 Ocak 2008 Salı

aidiyet duygusunu ya da kendini yitirmek

Aidiyet duygusunu yitirdiğimiz anlar vardır.Yeryüzündeki hiçbir coğrafyaya ait hissedemeyiz kendimizi.Her yer yabancı ,her yer bize huzur vermekten uzaktır.
Binlerce dakikayı geçirdiğimiz mekanlar da birden bildik olma sıfatını yitirirler.İnsanlar da bir anda bizim çok uzağımızda kalıvermiştir.Ne onlara aitizdir ne de onlar bize...
Aidiyet duygusunu yitirmek aslında kendi çıplaklığımızla kalış anımızdır.Eşyalar, insanlar,tatlar bizden uzaktır.Duyumsanan sadece bizizdir.Biz ve ait olunandır aşikar olan.
Böyle anlarda biliriz nedendir dünyaya sığamayışımız kimi an.Dar kılınışı nedendir dünyanın bize, herşey yabancılaştığı zaman anlarız.
Bize ait olanları yitirmek aslında bizim ait olduğumuzu düşündürür bize.Çözeriz aniden gelen yabancılaşma hissi nedendir...Ve fark ederiz bir kez daha özden uzak olan aidiyetlerin yok oluşu anda gizlidir.

7 Ocak 2008 Pazartesi

YORGUN BİR ÇOCUK İÇİMDE

Yorgunluğu iliklerime kadar hissetiğim anlar olur benim.Bedenim değildir yalnızca yorgunluk sancısı çeken.Sanki bana ait olan her zerre bunu ayrı ayrı duyumsamakta.
Kendimle kalmak ve bana ait olanlara kulak vermek istiyorum.Benden uzaklığım O'ndan uzaklığımla doğru oranıtlıdır, bilirim ben.Hatta yorgunluk sebebimin kendimle olamamkla ilgili olduğunu da bilirim.Yüzlerce öğrenci, yazılı kağıdı ve nefsime ağır gelip de haftada en az üç defa kurmak zorunda kaldığım cümleler arasında kaybolduğumun da farkındayım.
Sabah uyandığım an ile gecenin gelişindeki anın farkındayım sadece bu ara.Uyanıyorum ve start alıyorum, servis-okul-ders-ödev takibi-öğrenci görüşmesi-yazılı-tenefüs-servis-toplantı-seminer-ders...Gece yarısını geçmiş işte yine çoktan oysa yapacak ne çok şeyim vardı benim...
Kendimi duyumsayamadığım anlarda bir çocuk belirir hep içimde.Yüreği hayatla tanışalı henüz iki üç yıl olmus saçları kar beyazı, taraklara düşman olacak kadar da kıvrımları olan o beyaz saçlı kızın yüreğidir yüreğim o anlarda.Savunmasız, saf ve kırılgan.Tüm takvimlere ve yetişkin tanımlarına inat öylece durur o içimde.Her zamankinden alıngan, her zamankinden hassas olmama nedendir büyüyememk.Ve yorgun anlarım yetişkinliğe olan mesafemi uzatır.Hayat bu deyip geçemem olan hiç bir şeyi.Ve yorgunluğuma yorgunluk katarım...
Mola hakkımız keşke sadece belirli vakitlere hapsedilmemiş olsa.Kendimizden uzaklaştığımız an mola hakkı isteyebilsek.Büyütsek içimizdeki kırılgan yüreği.İlgi göstersek içimizde beliren o saf ve düzeni algılamakta zorlanan miniğe.Biz içimizdeki çocukla bir bütün olup özümüze yaklaşsak.Bilsek bizi bilmenin O'nu bilmek olduğunu.VE bilsek yorgunluk sebebimizin aslında O'ndan uzak olmak olduğunu.