15 Eylül 2008 Pazartesi

Asr


Zaman tanzimi kişilere göre değişse keşke. Yani zamana hükmeden, ona daha çok ihtiyacı olanlara birkaç saat daha fazla verse. Daha çok iş çıkarılsa ortya, daha çok yüreğe dokunulsa, gözler daha çok sayfada gezinse, parmaklar daha çok satıra imza atsa…
Yazmak istediğim öyle çok şey var ki… Ama zamanla başım dertte, yetmiyor bana verilen saatler. Ertesi günün bir iki saatini çalmak bile işe yaramıyor çoğu kez. Bugünlük bu kadar deyip günlük mesaimi tamamladığımda bile, kafamda yapamadıklarımın listesi uçuşuyor.
Bast-ı zaman sırrına ersem biliyorum, zamanın esaretinden kurtulabilirim. Ama ruhun derece-i hayatına çıkmak bana uzakkk…
Anlatılmayı bekleyen neler mi var?
Okullar açıldı, yep yeni yürekler var karşımda. Kimileri öyle özel ki… Eski öğrenciler var, atılan temeller üzerine kurulacak güzellikler var… Bir dil odası var, düzenlenmeyi bekleyen…
Kitaplar var, yeni müfredat kurbanı (hiç istemiyorum kitap düzenini değiştirmeyi ben :( )olan. Yüzlerce sayfa var yeniden düzenlenmeyi bekleyen. Ve buna direnen bir beynim var…Elimdeki daha doğru ve daha güzel bir tasarım ama milli eğitimin saçma tasarımına uyum sağlamak zorunda. Güzel olanı çirkinleştirme eylemi aslında yapılması gereken ve ben buna hala inatla direniyorum. Yayınevine karşı bir mesuliyetim olmasa, kitabın noktasına dahi dokunmam… Ama düzen her yerde aynı…
Öğrencilerimle okul dşında birlikte geçirdiğimiz cici zaman dilimleri var dile gelmeyi bekleyen… Onlara hazırladığım iftar sofraları, paylaşılmayı bekleyen tarifler var.
Yeni bir blog sayfası var ismi konmuş, temeli atılmış üzerine yazılacak satırları bekleyen. En kısa zamanda, ilk posttan hemen sonra yazacağım adresini size. Yıllar önce yapılmış olması gereken, benim için çok özel bir sayfa bu …
Alptuğ var :), güneşim olan… Bir de küçüçük bir kız var içimde, hiç anlayamadan yıllar öncesinden çıkıp gelen :)
Her şeyi uzun uzun anlatacağım, ilk mola hakkımı kullandığımda.Hayat güzeldir, hele bir de güneşleriniz varsa yolunuzu aydınlatan...

5 Eylül 2008 Cuma

Ruhuma dost satırlar


Kelimelerin bize dostlarımızdan daha yakın olduğu anlar vardır. Bir yazı okuruz ve içinde kayboluruz. Mahrem yerlerimize en ihtiyacımız olduğu anda dokunur onlar. Ruhumuza işler ve ondaki kırgın noktalara merhem olurlar. Cümle kurmamıza gerek yoktur, anlatmak için acıyan yanlarımızı. Onlar karşımıza bizi bizden iyi bilen tarafından çıkarılmıştır. Misyonları kalbimizdeki nasırlı yanlarımıza hayat vermektir.
Satırlar arasında kaybolurum bazen, gözlerimin önündeki sır perdesi aralanır, bambaşka diyarlara yelken açmak isterim. Yitirir hükmünü tüm dert edindiklerim…
Fanilik mührünü taşımaya mahkum olan hiçbir şeyin gidişinden elem duyulmaması gerektiğini anlarım. Kalbin gıdasının bu satırlar arasında olduğunu keşfederim. Dilime dolarım isimlerini bir bir…
Satırların katibine duyduğum hayranlık ona olan özlemimle birleşir. Bir görsem, açsam yüreğimdekileri, bir iki kelam dinlesem ondan halime hitaben…
Su üstünde yürümenin, mekanın esaretinden kurtulmanın sırrı nededir diye sorsam…
Halimi şikayet etsem, satırların anlattıklarının çook gerisinde olduğumu söylesem…
Bir el okşasa başımı ve ben esareti altına girdiklerimin esaretinden kurtulabilsem…
Satrılarıyla buluşmadan önce derdiyle tanıştığım bir kez daha gelse gözlerimi kapadığımda…
Ve ben rotamı hiç şaşırmasam…

‘’ Uçmak ne ki yerde leş arıyorsa gözler! İşte akbabalar da uçuyor gökte kara lekeler bırakarak. VAR MI UÇABİLEN KALBİNİN ÜSTÜNDE! Tayy-ı mekan edene itibar ediyorlar ne tuhaf! Ya su üstünde yürüyenlere ne demeli; balıkları denizde yüzdürmüyor mu Allah! Var mı yürüyebilen kalbinin üzerinde!’’
A. Ali Ural

2 Eylül 2008 Salı

Bir sözcük ve ... ?

Sabun köpüğünün ömründe gizlidir bazen yaşadıklarımız. Onların hayatımızdaki hükmü bir andır sadece. Masallardaki bir varmış bir yokmuş ifadesinin gerçek hayattaki yansımalarıdır onlar. Yaşadığınız gerçek mi hayal mi karıştırırsınız. Nasıl başladı nasıl bitti kısmını anlayamayacak kadar çok karışır kafanız. Olayların içinde nasıl anlayamadan bulduysanız kendinizi, anlayamadan dışında da buluverirsiniz.
Ve fark edersiniz ki her biri size dair ipucu versin diye özenle kurduğunuz onca cümledeki siz sabun köpüğü ömrünü tamamlamış ve siz bir tek sözcüğe mahkum edilmişsinizdir. Hayata dair kesin kırmızı çizgileri olan biri ise mahkumiyetinize karar veren şansınız yoktur, özdeki sizi anlatmaya. Yargılama ve karar verme süreci çoktan bitmiştir.
Kalabalıklar içinde yalnızlık duyarız bazen. Bazen de bir dost yanında kalabalıklaşıveririz. Anlaşılmak ya da anlaşılmamaktadır her iki durumun da sırrı. Anlaşılmak yüreğimizi hafifletirken, anlaşılmamak ağır bir yük yükler ona…Size ait olmayanların size etiketlendirilmesi acıtır.
Bir varmış bir yokmuş anı kadar kısa sürse de yaşananlar, onlarda O’nun anlattıklarının çokluğunu ve çıkarılacak derslerin kalıcılığını görmek lazım.
Gördüğümüz, düşündüğümüz gibi değildir her şey. Hayır gördüklerimizde şer, şer gördüklerimizde hayır gizli olabilir. SAN’A dayanıp hikmetine güvenmemizi sağla. Ve aydınlat yüreğimi(zi), sevdiklerini sevdir , bizi de sevdiklerine sevdir.
Rahmet ayı gelmişken beni kendimle meşgul olanlardan değil, mahzun gönül peşinde koşanlardan eyle…

NOT: SEMA, sözcükler biz ne anlamda kullanırsak kullanalım bizim onlara yüklediğimiz anlamdan sıyırlıveriyor ve başta onlara ne misyon yüklendiyse ona hizmet etmeye devam ediyor. Ama ben gene de seni seviyorum … :)