16 Şubat 2009 Pazartesi

KÖYE GİDİYORUZ :)

Uzun zamandır yazmaktan men edilmiş hissediyorum. Klavye başına yazmak için oturduğum her an bu hissimi doğruladı. Yazmak için verdiğim sözler de men edilmişlik duygusunun galibiyeti ile sonuçlandı hep. Yazarlık kursu başladığından beri verilen ödevleri yapamama nedenim de men edilmişlik hissimin diğer tüm hislerime galip gelmiş olmasıdır. Her uygulama dersinde hocalarımdan emeklerine karşılık veremediğim için özür diliyorum ; sessizce ve içimi yakan bir hüzünle. Ve şu anda ilan ediyorum ; yazamamak bende hükmünü yitirdi. İşte size ispat, uzun bir gönderi yazıyorum size bugün. İçinde sevgi, umut, dostluk, merhamet ve nefis tadlar olan bir gönderi bu.


***

‘’ Kudretin Eli, Âdem’in çamurunu cennet göklerinin altında , esenlik toprağının üzerinde yoğurdu. Ama has bahçelerin arsında bırakıp OL, deyip de oluruna bırakmadı onu. Dokundu, bu toprağa kendisinden bir temas hatırası bıraktı. Üzerine doğrudan bir yakınlık kattı.’’
‘’ Yaratan yarattığına şu şah damarı kadar yakınsa, yaratılan da Yaratan’ına bir nefes kadar yakındı.’’
Nazan Bekiroğlu (LÂ’dan)

Günlük telaşların içinde kendimi düşünme fırsatım olmaz pek. Düşünülecek ben dışında öyle çok şey var ki. Okulda, eğitimciler derneğinde, ailede kısaca bulunduğum her yerde bir şeylerin sorumluluğu üzerime âdeta yapışıyor. Kendim dışındaki her şeyi düşünmeyi vazifem bilmem bundan olsa gerek.
Bugün bir farklılık yaşadım, fark ettim ki ben de düşündüklerim kadar düşünülenlerdenmişim. O bana bir nefes kadar yakınmış, ben oluruma bırakılanlardan değilmişim. Ve Tarih ve Kültür Dayanışmaları Derneği’nin köy gezisi bunları fark etmemi sağlayacak aracıymış meğer.



Sabah 8.10’da ( 10 dakikalık gecikme de benden dolayı oldu ) Mecidiyeköy’den hareketle başladı gezimiz. Pazar sabahı o kadar insanı bekletmiş olmak beni huzursuz etmişti. Ayrıca beklemiş insanların dil ile olmasa da göz ile bekleten kişiye ne mesajlar verebileceklerini bildiğimden otobüse binerken gözlerimi tüm yolculardan kaçırmaya karar vermiştim. Fakat bu otobüsün ve içindekilerin benim bugüne kadar bildiğim bekleyen’lerden farklı olduğunu ilk anda anladım. Özürle giriş yaptım, özrüme gülen gözler karşılık verdi. Aldığım mesaj da bildiklerimden farklıydı; ‘’iyi ki geldin ‘’, iyi ki gelmiştim.
Yolculuğumuzun yaklaşık bir saat süreceği söylendi. Merve'nin yanına oturdum, ( ne şirin şey o öyle) hal hatır sorduktan sonra kulak verdik otobüste çalan kasete. Benim içindi işte kasette söylenen her cümle. Yoksa her cümle ruhumun bir yanını sarmada nasıl bu kadar başarılı olabilirdi? Yağmurlu sabahlarda yeşilliklere otobüs camından bakmak meğer ne kadar keyifliymiş, hiç bitmese olurmuş bu yolculuk :). Nazmi Bey'in uyarısından anladım Kır Evi'ne gelmiştik; oksijen çarpmasın arkadaşlar. Kır Evi'nde el yapımı tabaklarda nefis bir kahvaltı bekliyordu bizi.





Şiir ve yazı atölyesindeki arkadaşlarla beraber olmak çaya da yumurtaya da kestane balına da ayrı bir lezzet kattı. Nezire Hanım boşuna söylemedi takdirle karşıladığımız cümlesini; '' İnsan sevdiği ile olunca ne yediği önemli değildir.'' Sevmek hayata tat kattığı gibi bizim de kahvaltı tabaklarımıza tarifsiz bir tat serpiştirmişti. Kestane balının hafif acımsı tadını değiştirmeye yetmedi sadece sevgimiz. Çünkü eksiktik, şiir yazı atölyesindeki diğer arkadaşlar ve hocalarımız da bizimle olsaydı, biliyorum hiç kimsenin ağzında tatlanmadığı kadar tatlanacaktı kestane balı bizim ağzımızda. Kahvaltımızın sonlarına doğru ziyaretimize köy muhtarı geldi. Köy hakkında bilgiler verdi ( davul zurnayı da bekledim ama onlar gelmedi :) ), konuşma sonrasında köye tayin istemek geldi içimden.




Kahvaltı sonrası fotoğraf çekildik bol bol. Şömine önü, favori mekân seçildi. ( Merve perdelerin dikişini inceledi, kusursuzluk onayını da verdi.)




Kır Evi'nden ayrılırken son pozumuzu veriyoruz, mutluyuz ama gruptaki diğer arkadaşlar da keşke burada olsalardı demeden edemiyoruz.



Kır Evi'nden sonra köy meydanını turladık. Bahçeli evler, pırıl pırıl sokaklar ve güzel ormanıyla görülmeye değer bir köy Cumhuriyet Köyü. Köy yakınlarında yürüyüş alanı aradık ancak hava da yağışlı olduğundan gezinin yürüyüş kısmını gerçekleştiremedik. Yol boyunda kardelenler gördük, ne çok şeyin ifadesidir onlar benim için. Durmadık...

Sonraki durağımız bir çiftlik oldu. İçinde kuzular, inekler olan kocaman yemyeşil bir alandı burası. Kenarında orman ve nehir ( belki yağmur suyundan dolayı oluşan bir akıntıydı) vardı. Önce kuzuları ziyaret ettik, Mehtap bir tanesini bir bebeği kucaklar gibi kucakladı. Pozu kaçırmadım çektim. İnsan kâinatla alakadar. Ve tüm yaratılmışların ortak bir noktası var. Bu tek ortak nokta bile var olan her şeyi sevmemize yetiyor. Bir kuzuyu, bir çiçeği, bir böceği...




Çiftlikte gördüğümüz sevimli eşek bize Barış Manço’nun şarkısını hatırlattı.


Çiftlikteki güzel manzaralardan birini de aşağıdaki resimde görebilirsiniz.

Polonezköy'de mola verdik çiftlikten ayrıldıktan sonra. Hakiki bal mumundan yapılmış mumlar aldım. Yanma süreleri daha uzunmuş ve is yapmıyorlarmış. Yazı yazmayı deneyeceğim bal mumu ışığında.
Dönüş yolculuğumuzda mikrofon hiç boş kalmadı. Memduha Hanım, Pınar, Ömür Bey, Sabahattin ve Mehtap bize şiirler, yazılar okudular. Hepsine tekrar teşekkür ederim. Bu gezinin her anında ben düşünüldüğümü hissettim. Âdem'den bu yana taşıdığımız O'nun bize en başından yüklediği seçilmişliğin güzelliğini hissettim her an üzerimde. Ve en önemlisi de bu seçilmişliğin başkalarını da düşünmekten geçen bir TEŞEKKÜR'ü gerektirdiğini bir kez daha anladım.


Dönüş yolculuğumuzdan bir kare. Muhabbetimiz mi artmış bizim ne :)